HANGİSİ DAHA ÇİÇEK?
1980’in Ocak ayında başladım göreve. O yıl kış çok çetin geçiyordu. Okullar sık sık tatil edildi bu yüzden. Zaten, yarıyıl tatili de yakındı. Dolayısıyla göreve fiilen 2. yarıyıl başladığımızı söylememiz mümkün. O günler, ilk heyecanla soğuğun, üstüne üstlük bir de gurbetin elele verip elimizi ayağımızı titrettiği günlerdi. Ama o günler, tıpkı çocukluğumuzda, tamamen ıslanana, elimiz ayağımız uyuşana kadar karlarda yuvarlandığımız günler gibi heyecan verici ve güzeldi.
Öğretmenliğimin ilk yılı. Stajyer olmanın ötesinde, daha görevin rahatlığına kavuşmuş değilim. Sıkıntılıyım. Çocuklar afacan. Trakya çocukları, Anadolu’ya göre çok daha rahatlar. Serbestler. Biz, öğretmen de olsak, netîcede Anadolu çocuğuyuz. Âileden aldığımız ve eğitim sürecinin kazandırdığı terbiye, biraz da yaratılıştaki çekingenlikle birleşince sınıflar bizim için zorlu ortamlar olabiliyordu zaman zaman.
İdeolojik tablo da bize yardımcı olacak nitelikte değildi. Öğretmenlerin geneli de yerli ve ideolojikti. Hem zengindiler, hem de solcu! İş, buralarda olduğu ya da anlatıldığı gibi değildi. Doğrusu buna pek anlam veremiyordum. O zamanların söylemlerine göre sağ yelpâzede yer almaları gerekirken tam aksiydiler yâni. İçlerinde militan denilebilecek derecede fanatik tavırlı olanlar vardı. İnançsızlıklarını pervâsızca dillendiriyorlardı. İnançsızlıklarının gözükaralısıydılar. Sağ yelpâze örnekleri parmakla gösterilecek kadar azdı. Din dersi öğretmenleri doğal olarak îmâlât hatası konumundaydılar. O yıl gerçekleşen 12 Eylül darbesi de pek bir şey değiştirmemişti. Çünkü, insanların genlerine işlemişti düşünceleri. Karakterleri olmuştu.
Din Dersi seçmeliydi. Erbakan-Ecevit döneminde bir de Ahlâk Dersi konulmuştu. Çocuklar din öğrenmiyorlar bâri Ahlâk diye bir şeyin varlığından haberdâr olsunlar diye. O zamanlar buna karşı, ülke çapında büyük provakosyonlar yapılmıştı. Çeşitli bahânelerle gösteriler düzenlenip Ahlâk kitapları yırtılmış ya da yakılmıştı. Tüm ülke benzer gösterilerle çalkalanmıştı. Ama, sürtüşmeler de, tartışmalar da, bunun yanında ve bu şartlarda her iki ders de devâm ediyordu.
Ben, bâzı sınıflara Din Dersi’ne, bâzısına da Ahlâk’a giriyordum. Aynı sınıfa her ikisine de girdiklerim oluyordu. Bir Fen sınıfı vardı, iyi hatırlıyorum. Fen A sınıfı. Seçme bir sınıf. Ahlâk Dersi mecbûrî olduğu için herkes giriyor, Din Dersi’ne gelince sâdece bir kişi seçtiği için öğrenci sayımız onunla sınırlı kalıyor, diğerleri orada burada boşa vakit geçiriyorlardı. Düşünün, yarının en önemli mevkîlerini işgâl edecek olan bu seçme gençler dinden diyânetten uzak bir iklîmde tutulmaya özen gösteriliyordu. Bu gün işte böyle yetiştirilen o nesillerin sıkıntısını çekiyor millet. Milletin dînini bilmeyenler dilinden nasıl anlayacaklar ki?
Ahlâk dersine girmek yeterli olsa iyi! Bir defâsında dersten çıktım, öğretmenler odasına doğru gidiyorum. Demokrat görünen, gûyâ bizimle de ilgilenen, yerli ve ileri gelenlerden, pürosuyla, foteriyle karizmatik takılan, gûyâ babacan imajlı bir öğretmen koridorda yanıma yaklaşarak nasihatvârî;
- Hocam, Ahlâk Derslerinde hep dinden örnek veriyormuşsunuz. Din ayrı şey, ahlâk ayrı şey! Biraz bilimsel olmanız lâzım! Vs. bir şeyler sıralayıp durdu. Daha başta işin önünü almaya çalışan bir edâyla. Benim de, yüksek okulda hazırladığım bâzı bilgi fişlerim tevâfukan yaka cebimdeydi. Hemen onları çıkarıp göstererek;
- Beyefendi, bilimsellikse işte burada. Bak, biz konularımızı bilimsel olarak işliyoruz. İşte fişler dedim. Orada ahlâkla ilgili batılıların sözleri de vardı. Onlardan da örnekler vererek, dinle ahlâkın ayrılamayacağı konusunu îzâha çalıştım sohbetin devâmında.
Bu zâtın tavırlarından ilhâm alarak yazdığım bir dörtlüğü buraya yazmak isterim:
İBRET
“Küçük dağları ben yarattım!” der gibiydi
Bakışları tepeden; sanki, yer gibiydi
İnanmıyordu belki ama, o da gitti
Gidişi ibretti; seyre değer gibiydi…
Biz oradayken hayâttaydı. Çok sonraları öldüğünü duydum. Benzer tartışmalar dışında bir kötülüğünü görmedim. Kötülüğü kendine ve çevresineydi. O da centilmence! Ne diyeyim bilmiyorum. Toprağı bol olsun.
Her neyse. Bizim için önemli olan öğrencilerdi. Onlarla aramız iyiydi. Bir şeyler vermek için elimizden geleni yapıyorduk. Onların sıcaklığı tüm sıkıntılarımızın ilacı oluyordu. İçimiz onların sevgisiyle doluydu.
Durduğum ev okula yürüme 10-15 dakîka mesâfedeydi. Yol üzerinde, şimdi Kültür Sarayı yapılan seyrek ağaçlıklı bir alan vardı. İçinden, ayak izlerinin topraklaştırdığı, yağmurlu havalarda çamurlaşan patikadan biraz geniş bir yol vardı. Bir gün bir ilkokul öğrencisi gördüm. Elinde renk renk çiçeklerle koşuyor. Hem de uçarcasına. Kanatlanmış sanki. Bu gün bir akrostişi değil de o şiiri paylaşacağım sizlerle. Umarım beğenirsiniz:
HANGİSİ DAHA ÇİÇEK?
Küçücük bir çocuk, o yan bu yan
Koşuyor ağaçlar arasından
Bir elinde çantası
Bir elinde rengârenk
Pembesinden
Alından
Sarısından
Bir gönül dolusu çiçek
Herhâlde;
Öğretmenine verecek
Bir, çiçeklere bakacak öğretmen
Bir de öğrenciye;
Ve,
Soracak ister-istemez
“Hangisi daha çiçek?” diye…
GÜNLER HEP BÖYLE GEÇMEZ
Bu gün sizlere, şimdi Kur’an Kursu Hocası olarak görev yaptığını öğrendiğim bir öğrencimizin, Bulancak İHL’den okulumuza naklen geldiği yıllarda yazmam için bana verdiği Hâtıra defterine serdettiğim akrostişli yazıyı sunuyoruz. Umarız beğenirsiniz. Öğrencimize âile ve görev hayâtında mutluluk ve başarılar diliyor, sizleri mezkûr cümlelerle baş başa bırakıyoruz. Yazı şöyle:
Bismillâhir’Rahmânir’Rahîm
Değerli öğrencimiz; 10.03. 1994,Ordu
Bana ayırdığın bu kıymetli sayfalara, birer âyet, hadis ve vecîzeyle başlamak istiyorum. Ki bunlar, derslerde okuduğumuz kimya, ya da matematik ya da fizik formülleri gibi, uygulandığında insanı sonsuz mutluluklara ulaştıracak hayât düstûrlarıdır:
İnsanlara iyiliği emrediyor da kendi nefsinizi unutuyor musunuz?
Oysa siz, kitabı da okuyorsunuz. Hiç düşünmez misiniz?
Bakara 44
“Ey insanlar! Selâmlaşınız. Yemek yediriniz. İnsanlar uyurken geceleyin namaz kılınız.
Selâmetle Cennet’e girersiniz.”
Hadîs-i Şerîf
“Her kim edebden mahrum kaldı; cümle hayırlardan mahrum kaldı!”
İbn-i Atâ
Anlıyoruz ve biliyoruz ki, ilk insandan bu yana gelen ve kıyâmete kadar sürüp gidecek olan olayların özü Hak-Bâtıl Mücâdelesi’nden ibârettir. Hak çizgisi enbiyânın, evliyânın, ulemânın çizgisidir. İmam-Hatipli olmakla Yüce Mevlâ bize hak çizgisini nasîp etti. Ne kadar şükretsek azdır. Bunun kıymeti bilinmelidir. Her nîmetin bir de külfeti vardır elbette. Bu nîmet herkese nasîp olmadığı gibi, kolay da değildir. Gerekleri, yükümlülükleri, büyük sorumlulukları vardır.
Aziz Anadolu’muzun şehit kanlarıyla sulanmış bu mukaddes toprağında insanlarımızın sarhoş nâraları atmaları hem ecdâdımızı üzmekte hem de İslâm Âlemi’nin önünde bir engel oluşturmaktadır. İnsanlarımız sarhoşsa, bu milletimizin, dolayısıyla ümmetin başı hoş değil demektir. Bu bakımdan bizlere çok hassas ve önemli görevler düşmektedir. İçki, kumar vs. gibi ahlâksızlıklarla kesin mücâdele içerisinde olmalı, hem şahsımızda, hem âilemizde, hem de çevremizde kötülükleri azaltmaya, iyilikleri çoğaltmaya gayret etmeliyiz. Bu hem kişisel, hem de toplumsal sorumluluğumuzdur.
İslâm Âlemi’nin durumu mâlum. En çarpıcı örneği Bosna’da görmekteyiz. Sözüm ona uygar Avrupa’nın, girmek için can attığımız AB devletlerinin tam orta yerinde bu denli acımasızlık hangi kriterlerle îzâh edilebilir. Adları, sanları ne olursa olsun batının, doğu halklarının göz yaşına bakması söz konusu değildir. Hele bir de müslümansanız, ne yaparsanız yapın, derdinizi anlatamazsınız. Öyleyse, kadınıyla erkeğiyle hepimize çok büyük görevler düşüyor. Hayat îman ve cihaddan ibârettir. Nefsimizle nefesimizle ve de tüm hevesimizle! Zîrâ zaman, hevâ ve hava zamânı değil; dâvâ zamanıdır.
Bu gerçekleri bizler kadar sizlerin de bildiğine inanıyor, netîce îtibârıyle rızâsını kazanacağınız hayırlı, uzun bir ömrü size bahşetmesi niyâzıyla,“ Allâh’a emânet olunuz” diyor, bir akrostişle sözlerimi tamamlıyor, duâlarda ara-sıra da olsa hatırlanmayı umuyorum.
AKROSTİŞ
Günler hep böyle geçmez; gün gelir geçmez olur
Ömür kuşu yorulur, kanatlar açmaz olur
Nefesleri daralır yarış atlarımızın
Üfür üfür esse de ciğerler içmez olur
Lûtfun en güzeline erdirdi Yüce Mevlâ
Allâh dilemezse kul Hak yolu seçmez olur
Kirlenmesine böyle göz yumarsak vatanın
Turnalar, güvercinler ufukta uçmaz olur
Atılmazsa iyilik tohumları toprağa
Yurdu dikenler kaplar, yollar hep açmaz olur
O, nursuzlarla olmak, onursuzluktur bence
Rabbin rızâsın güden şer dostlar biçmez olur
Dâim kötülüklerle, kötülerle yaşayan
Umursamaz zamanla, çirkeften kaçmaz olur
Dâimâ şükür YâRabb, İmam-Hatipli olduk
Allâh’ını bilmeyen, yüzden nûr saçmaz olur!
Öğretmenin:Nûri KAHRAMAN
Ordu İmam-Hatip Lisesi
KARNEDEKİ KİTAP
Geçtiğimiz cumâ günü ilk ve orta dereceli okulların 2007-2008 öğretim yılının son günü, yâni karne günüydü. Serde öğretmenlik var ya; bir-kaç okula uğradım. Çocukların heyecanını gözlemledim. Tören yapılan okullardaki koşuşturmalara şâhit oldum. Programları tâkip ettim. Gençlerdeki genel coşku ve sanatsal kâbiliyet gözden kaçacak gibi değildi. Sunumlar, folklor gösterileri, şarkı-türkü icrâları gâyet güzeldi. Ana okullarından düz, genel, Anadolu ve meslek liselerine kadar bütün okullarda, kep fırlatma seremonileri tüm gayr-i millîliğine rağmen gelenekselleşmişti. İstiklâl Marşı, böyle günler için ciddî kaçıyor olmalıydı ki, dans formatına uygun düştüğünden olsa gerek, daha çok 10. yıl marşı okunuyordu resmî müzik bağlamında. Ordu Belediyesi’nin açılış törenlerinde Bülbülderesi’nde yankılanan 10.yıl marşı, yöremizde dereler yukarı aktığı için deniz yerine tersine akmış, her tarafta filiz vermişti. Okulları dolaştığınızda bunu gözlemlemeniz mümkün. Yeğenimin mezûniyet töreni için gittiğim Atatürk Lisemizde Akşam ezanının peşinden 10. yıl marşı Ordu Devlet Hastânemizin duvarlarından dönüp tekrar kulaklara uğruyordu. Onun peşinden vur patlasın, çal oynasın. Müzikler, haykırışlar, ardından havâî fişekler. Gençlerin sevinç, heyecan ve coşkusu görmeye değerdi. Yüce Mevlâ cümlesinin sevinç ve coşkusunu dâim, yol ve bahtlarını açık, sonsuz yürüyüşlerini de aydınlık eylesin.
Öğleye yakın saatlerde İmam-Hatip Lisesi’ne geldim. Burası 7 yıl öğrenci olarak okuduğum, 16 yılı aşkın bir süre öğretmenlik yaptığım ve hem de emekli olduğum yer. Şöyle-böyle, 50 yıllık ömrümüzün yarısı orada geçmiş anlamına geliyor bu. Gönlümüzse hep orada zâten. Çünkü, orası bizim hamurumuzun yoğrulduğu yer. Millî-mânevî anlamda ne gibi kazanımlarımız varsa tüm bunların şekillendiği yerdir Ordu İmam-Hatip Lisesi. Öncelikle, tüm olumsuz telkinlere rağmen beni buraya veren anne-babama her zaman duâcıyım. Tekrar okumam gerekse kendi isteğimle kendi adıma tekrar orada okumayı isterim. Çünkü insanın dînini derinlemesine öğrenmesi her bakımdan avantaj. Dînin de hep birlikte, coşkuyla öğrenileceği yer de okul. Sonra öğrenirim demek işi şansa bırakmak olur ki, her babayiğidin kârı değil. Çünkü, hayâta atılınca zaman ayırmak çok zor. işte şimdi, kitap okumaya ne kadar zaman ayırabiliyoruz ki?! Bu anlamda kendimi şanslı kâbul ediyorum. Tabiî, bir o kadar da sorumlu. Yüce Mevlâ cümlemizin sonunu hayırlı eylesin. Âmin…
O gün, cumâ da olması hasebiyle orada, Ordu İHL’de bulunma ihtiyâcı hissettim. Ayrıca, emekli olduğum zaman Hazırlık sınıflarında okuyan ve dolayısıyla aynı sınıfta birlikte ders yaptığımız son öğrencilerim mezun oluyorlardı. Onlar, tanıştığımız son öğrenciler. Aynı sınıfın havasını teneffüs etmediğiniz öğrenciler sizin daha önce burada görev yaptığınızı bilseler de aslâ öğretmen-öğrenci sıcaklığı oluşması mümkün olmuyor. Nitekim okula gittiğimizde eski öğrenciler koşuşup gelirlerken, yeniler yanımızdan geçip gidiyorlar öylesine. Böyle olması da çok doğal ve hepimizin bulunduğu her türlü konum ve çevrede yaşadığı sosyal vâkıa da bu. Biz de, öğrencimiz olanlara doğrudan selâm verirken, diğerlerinin ilgisine bağlı oluyor merhabalaşmamız. Her neyse…
- Hocam, nerdesiniz yâhu. Özlettiniz kendinizi. Bu sene yarışma da düzenlemediniz. Ne güzel, bol bol kitap kazanıyorduk.
- Bunlar ne çocuklar? Karne değil mi? Bir bakayım!
- Buyurun hocam.
- Hani bunlarda kaç kitap okuduğunuz yazmıyo!
Öylesine, espri mâhiyetinde o an dilimden dökülen bu cümleyi daha sonra düşündüm. Gerçekten, ders notu gibi, ciddî bir gözlemleme ile, kitap okuma konusunda da bir not düşülemez mi karnelere? Türk Klâsikleri, Doğu Klâsikleri, Batı Klâsikleri gibi kitap türleri belirlenerek. Bal gibi de olamaz mı? Neden olmasın?
Yeğenim KübrâNur başta olmak üzere bir çok öğrencimiz etrafımı çevirdiler. Hâtıra fotoğrafı çekinmek istediler. Öğretmen arkadaşlarla hasbihâlden sonra erkek öğrencilerimizle berâber Cumâ Namazına gittik. Eskiden olduğu gibi, İHL Tatbikât Câmiinde yine hep berâber namaz kılmanın mânevî hazzını yaşadık.
İkindiden sonra telefonum çaldı. Pansiyonda kalan öğrenciler okul dağıldığı için dışarıda yemek yiyeceklermiş. Mâlum, üniversite imtihanından dolayı burada kalmak durumundalar. Yurtta da yemek çıkmıyor artık doğal olarak. Beraber bir arada bulunmaktan memnun olacaklarını belirttiler. Gittim. Güzel oldu. Yemekten sonra da dondurma yedik birlikte. Ben, yeğenimin mezûniyet törenine katılacağımı söyleyerek izin istedim. Hep birlikte kalktık. Şimdi onlar ümitlerinin yolundalar. Yüce Rabbim umduklarına nâil eylesin. Dünyâda da, ukbâda da yâr ve yardımcıları olsun. Onların, bizlerin; hepimizin…
Sözü bayağı uzattık. Kısa bir akrostişle bugünkü yazıyı bağlıyor, öğrencilerimize bundan sonraki hayâtlarında hayırlı üstün başarılar, bereketli ömürler diliyor, selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum.
-AKROSTİŞ-
Allâh hayr’eylesin cümlemizin sonunu
Karnemizde notlar hep iyi olsun
Rızâsına erdirsin lütf u keremle
Okuyanlar okunacak Kitab’ı bulsun
Sırât-ı Müstakîmdir gidilecek yol
Tâki insanoğlu, ateşlerden kurtulsun
İslâm’a teslim olanlardan kıl YâRabb
Şefâate, işte böyle erenler gülsün…
KINALAR, DÜĞÜNLER;
GEÇİP GİDİYOR GÜNLER!..
Geçtiğimiz Cumartesi akşamı biri düğün, birisi kına olmak üzere iki cemiyete katıldık. Her ikisiyle de, öğrencilerimiz olmaları dolayısıyla ilgiliydik. İkincisiyle komşuluk bağımız da var. Böyle bir ilgi ve bağlantı olmasa bile, dâvet edilen her yere gitmeye çalışıyoruz elimizden geldiği kadarıyla. Çünkü bu hem dînimizin, hem töremizin, hem de insan olmanın bir gereği. Hayât insanlarla yaşanınca güzel. Mutluluklar da, hüzünler de paylaşılınca anlam kazanıyor.
Hâlen Ulubey-Belenyurt Câmii İmam-Hatipliği görevini yapan, aynı zamanda öğrencimiz olan Muhammed DUMAN Hoca’nın kız kardeşi, vakıf faaliyetlerimize çok katkılarda bulunan Meryem Hanım Kızımız’ın Güzelordu Salonu’ndaki düğününe uğradık önce. Epey bir süre orada kaldıktan sonra köyden komşumuz, Emniyetten emekli Ahmet ULUSOY’un kızı Cânan Hanım Kızımız’ın Umut Hastânesi arkasındaki evlerinin önünde icrâ edilen kına merâsimine katıldık. Tüm köylü komşularımız oradaydı hemen hemen. Bu tür merâsimlere katılmak bu anlamda iyi oluyor. İnsanlar bir birini unutmamış oluyor. Komşuluklar, dostluklar, hâtıralar tâzeleniyor. Köy, kök ve toprak şuuru güçleniyor. O akşam da öyle oldu. Düğün için İstanbul’dan gelenler de vardı.
Kınada, hem de çarşının ortasında güzelim köy usûlüyle yahnili, keşkekli, tatlılı, börekli zengin bir yemek ikrâmı da yapıldı. Köyden komşuların imece usûlüyle yardımlaşarak ve şakalaşarak tam bir düğün havası estirmeleri bizim milletimize has özelliklerden olarak o akşam en güzel örneklerinden birini sergiliyordu. Yatsı ezanı okundu. Namaza gidenler geldiler. Yemek ikramı devam ediyordu. Bir yanda sohbetler kaynıyordu. Hasretler gideriliyordu. Siyâsetten ekonomiye açık oturumlar icrâ ediliyordu. Bir yandan da kınacılar kendi âlemlerine dalmış gidiyorlardı.
Derken, köyden kına getiren erkek tarafı, kafasının üstünde ışıklı bir tepsi olan bir vatandaşın öncülüğünde(!) mevcut hengâmın tam ortasına daldılar. Kalabalık yeniden hareketlendi. Dikkâtler oraya toplandı. Dâmat da yakışıklıymış hani! Meraklı gözler biraz oralarda dolaştıktan sonra, kenarlardaki sohbet âlemleri kendi mecrâsına döndü tekrar.
Erkek evinin köyde yaptığı düğünde iki davul varmış. Ancak buraya gelmelerine müsâde edilmemiş. Belki de şehirde uygun olmaz diye, bilmiyoruz. Aslında, eğer çalgı olacaksa ve bir tercih söz konusuysa, davul hem geleneksellik hem de gürültü bakımından mevcutlardan daha uygun gözüküyor. Yüksek sesli kolonlar gerçekten yer yer çok rahatsız edici olabiliyor. Neredeyse kulakları patlatacak gibi oluyor. Neyse, iş oraya varmadan, kınalar kız tarafına tevdî edildi. Biraz daha oyunlar oynandı. İkramlar yapıldı. Gelenekler yerine getirildi. Köyden gelenlerin peşinden bizler de oradan ayrıldık.
Sabah da, yine köyden komşumuz olan erkek evi tarafının düğününe katılmak üzere Eymür’e gittik. Düğün çok kalabalıktı. ULUSOY âilesi gibi, bu âile de çok sevilen, çalışkan, helâlinden kazanmaya azamî gayret gösteren, tüm fertleriyle edepli insanlardan oluşuyor. Balcı Zeki kardeş çocuklarına hem dînî, hem de dünyevî ilimleri vermeye çalıştı. Bugün evlendirdiği ve bizim de İmam-Hatip Lisesi’nden öğrencimiz olan oğlu Serkan köyümüzün ilk hâfızı olmasının yanında, hakîkâten ağırbaşlı, edebli, olgun bir delikanlı.
Örneği günbegün azalan, millet olarak çok muhtaç olduğumuz, yüzü kızaran cinslerden. Hâfızlık ve okul yanında, yazın doğulara arı götürürken Allâh ona bir yandan da İlâhiyât Fakültesi’ni bitirmeyi lûtfetti. Allâh sayılarını artırsın. Çukurova Üniversitesi’nde okurken, bu arada staj için Ürdün’e de gitti. Duyduğum kadarıyla, göreve atandıktan bir müddet sonra gittiği ve kısa dönem yaptığı askerden yeni dönmüş. Mesûdiye’nin Üçyol Beldesi’nde İmam-Hatip olarak görev yapıyor. Düğününe ta oradan bir otobüs dolusu dâvetli gelmişti. Çok az görev yapmasına rağmen kendisini sevdirmiş. Oradan gelen yaşlı-başlı amcalar, onun onlara yaptığından daha çok hürmet ve sevgi gösteriyorlardı Serkan’a. Ne mutlu!
Düğünü de çok güzel oldu. Hasan KAHRAMAN düğün kâhyâsıydı. Osman KARACA da Ombudsman! Pardon, Hediye faslı takdimcisi! İkisi de görevlerini esprilerle süslediler. Düğüne renk kattılar. Her şey güzel cereyân etti. Her şey, özellikle böyle günler eşle, dostla güzel. Sözün özü, Eymür Köyü, 25 Mayıs’da müstesnâ günlerinden birini daha yaşadı. Yüce Rabbim örneklerini çoğaltsın!
Bu vâdîde, daha çok şeyler söylenebilir. Âile ve evlilik konusu ülkemizin en önemli konusu bence. Ancak, sözü uzatmak istemiyorum. Yüce Rabbim, İslâm Dünyâsı’na asırlarca öncülük etmiş aziz milletimize böyle yetişmiş, olgun, ağırbaşlı, eğitimli, anlayışlı, edepli eşlerden oluşan nice âileler kurmayı nasip eylesin. Bir birine çok münâsip bu iki güzel gencimize, hayırlı, uğurlu, uyumlu ve maddî-mânevî anlamda verimli âile yaşantıları, sonsuz mutluluklar nasîp eylesin.
Sevgili gençlerimizi ve âilelerini kutluyor, hep birlikte nice mutlu günler yaşamalarını, sonsuzlukta da güzellikler ve nîmetlerde buluşmalarını dilerken, kendilerini bir akrostişle selâmlıyor, zaman zaman duâlarda yer almak temennîsiyle selâm sevgi ve saygılar sunuyorum:
CÂNAN İLE SERKAN
Cânan’ı duyar duymaz vermiş karârı Serkan
Âşık olurmuş zâhir, kulaklar gözden evvel
Neylesin, zaman gelmiş; canlara cânan gerek
Aynını yaşadılar gelenler bizden evvel
Nerede, nasıl çıkar bilemezsin karşına
İlâhî bir kaderdir; yokuştan, düzden evvel
Lûtfudur Yüce Rabbin eşler biribirine
Emânettir demeli; nizâdan, nazdan evvel
Serkan Bey, Cânan Hanım; oldular bir âile
Evlilik sabır ister; sözden ve cazdan evvel
Rabbim mutlu eylesin, hem dünyâ hem ukbâda
Kâlpler zengin olmalı, çoktan ve azdan evvel
Allâh’ın lûtfu size böyle güzel evlilik
Nîmete şükretmeli, nazdan, niyâzdan evvel!..
DİLEK ÇİÇEKLERİ
Bismillâhir’Rahmânir’Rahîm
Es’Selâmü aleyküm ve Rahmetullâh 12 Mayıs 2005
Değerli öğrencim;
Hâtıra defterinize yazacaklarıma, hepimiz için sonsuza kadar ışık olacak, dünyâ ve âhiret hayâtımızın mutluluk iksîrini içeren kutlu sözlerle başlamak istiyorum:
“Kıyâmet alâmetlerinden bâzıları;
İlmin kaldırılması,
Bilgisizliğin yayılması,
İçkinin çokça içilmesi
ve
Zinânın açıktan yapılması!”
HADİS
“Âlimler, peygâmberlerin vârisleridir.”
HADİS
1.Hadisin anlam ve mesajı çok açık: Bugünkü toplumumuzda, sayılan bu maddelerin hepsi de fazlasıyla var. Hepsi de kanserojen maddelerden çok daha tehlikeli. Hem bizim için, hem toplum için, hem ülkemiz hem de tüm insanlık için. Dünyâ hayâtı îtibârıyle de, âhiret îtibârıyle de! Yüce Rabbim bizleri ve nesillerimizi, tüm İslâm Âlemini bu hadîs-i şerifte işâret buyurulan olumsuzluklar ve vahim sonuçlarından muhâfaza buyursun. Âmin.
2.Hadis ve anlamına gelince; Âlimler tayfasına bizler de giriyoruz bu zamanda. Öyle ya, çevrene bir bak bakalım. Din konusunda senden daha eğitimli olan var mı? İmam-Hatiplinin olduğu yerde başka kim olabilir din adına üzerine görev düşen? Olmadığına göre, o çevredeki vâris, yâni din âlimi sensin demek ki! Bu bizim için bir şeref ve büyük mazhariyet. Lâkin, hakkını verebilene ne mutlu! Yüce Rabbimiz bu şuurla yaşamayı ve başarılı olmayı hepimize nasîp eylesin!
İlmin kaldırılması ve bilgisizliğin yayılması konularına vurgu yapan1. Hadîsi de göz önünde bulundurunca, ikisini bir arada değerlendirdiğimizde, vâris olduğumuz gerçeğinden kaçamayacağımıza göre, üzerimizdeki yükün ağırlığını hesaplamaya bugünün hesap makinelerinin kâfî gelmeyeceği, diğer bir ifâdeyle, bu hesabın dilinden anlamayacağı açık! İşin ciddiyeti ortada. Allâh bize acısın ve vârisliğin hakkını verme husûsunda yardımını esirgemesin inşâllâh…
Dilek ÇAKIR Kızımızın bunun şuur ve farkında, aynı zamanda çevresinde bu görevi îfâ edebilecek şahsiyet, husûsiyet ve kâbiliyete sâhip olduğuna inanıyor, kendisinin hayâta bakışının hep böyle tebessümle devâm etmesi, sonucunun da ebedî saâdet olmasını diliyorum. Kendisini, adına yazdığım bir akrostişle uğurlarken, Yüce Rabbimizden sırât-ı müstakîm üzre, bereketli gayretlerle dolu hayırlı uzun ömürler niyâz ediyor selâm ve sevgiler sunuyorum:
-AKROSTİŞ-
Derdimizi anlatabildik mi bilmem
İçimizde dâim güzel dilek var
Lûtfetti Yüce Rabbim bizlere
Ebediyet yolunda çarpan yürek var
***
Kimler öğrettiyse, Hak râzı olsun
Çıktığı yollarda saâdet bulsun
Allâhım ne olur nesil kurtulsun
Kuyu kazan sonsuz kazma-kürek var
***
Işıksız, karanlıkta kılmak isterler
Rûhumuzu söküp almak isterler
Dînimi-diyânetimi silmek isterler
İnsanları îkâza mutlak gerek var
***
Lâyık olmalıyız verilenlere
Erişmek için Hz. Peygâmbere
Komşuluk nasîp et Rabbim bizlere
Çâresiz, sâhipsiz boyun bükmek var
***
Allâhım, yardım et; koru sen bizi
Kaymadan, sapmadan gidelim izi
Işıtsın İmam-Hatip, yine ülkemizi
Rûhsuz gidişlerde, eyvâh demek var!
***
Sevgi ve mutluluk doğuyor nerden
Elbette Allâh’ın dediği yerden
Lâmbanın ışığı hangi eserden?
Âlemden nasipsiz gelip geçmek var
***
Merâmım bir mesaj akrostişlerde
İlim-irfan yaşatılmalı düşlerde
Lâf değil icraat olmalı işlerde
En son, emânetten hesap vermek var!...
GEVEZE, GÜRCÜ, HIRÇIN!
Dilek ÇAKIR kızımızın hâtıra defterine DİLEK ÇİÇEKLERİ’ni yazdığım sayfanın yanında ilginç, ilginç olduğu kadar da özgün ve sevimli bir metinle karşılaştım. Bugün, arkadaşlar arasındaki muhabbete ve okullarımızın arkadaşlık ve sevgi ortamlarına örneklik teşkil etmesi bakımından, bir okul ve sınıf arkadaşının diğerine yazdığı samîmî ifâdeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. İnanıyorum ki sizler de bu cümlelerde çocukluk ve gençlik yıllarınıza gidecek, o çağların dost sıcaklığını bulacaksınız. Yüreğinizde şimdi her biri bir tarafa dağılmış arkadaşlarınızın hâtıralarının ılıklığını hissedeceksiniz! Yazı şöyle:
Çakır gözlüm benim;
Eveeeet, geldik bir programın daha sonuna. Pardon, su gibi akıp geçen 4 yılın sonuna.
Acı, tatlı, mutlu, eğlenceli geçen dört yıl. Koskoca dört yıl ne çabuk geçti, değil mi?
Okula başladığımızda, nasıl geçecek dediğimiz kocaman dört yıl!
Geriye dönüp bakıyorum da; güzel günler geçirmişiz be Çakır’ım!
Hiç farkında olmadan birbirimizin gönlüne nasıl da yer etmişiz?
Şimdi nasıl kopacağız?
Allâh(CC)a binlerce şükür ki senin gibi, sizler gibi arkadaşlarım oldu.
Bunca güzellik, bunca iyi insan!
Acabâ ben bunları gerçekten hak ediyor muyum diye düşünüyorum!
Bu okula gelene kadar içten seven, yüzü kâlbiyle gülen böyle arkadaşlarım olmamıştı.
Allâh (CC) hepinizden ayrı ayrı râzı olsun…
Çakır’ım be, özleyeceğim seni!
Senin gibi biri nasıl özlenmez ki!?
İnan, içimdekileri bu deftere dökemiyorum.
Bunun için defterler, kalemler yetmez!
Yaa, bi tânesin be Çakır’ım!
Benim için yaptıklarını hiç unutmayacağım! Çöpçatan arkadaşım benim!
İleride gazeteci olursan hiç şaşırmayacağım! Neyse,işin gırgır ve muhabbeti bu!
Bilerek ya da bilmeyerek seni zaman zaman üzdüğümün, kırdığımın farkındayım.
Kusura bakma. Hakkını helâl et.
Bu düşüncesiz arkadaşın, bâzen, bâzı şeyleri düşünemiyo işte!
Bu cümleyi okuduktan sonra, “Hiç şaşırmadım!” diyeceğini tahmin ediyorum.
Çakır kardeşim:
Birbirimizi rahat bırakmayalım olur mu? Arayıp soralım!
Düşünsene; o kadar sene canciğer arkadaş olup da daha sonra birbirini görünce selâm bile vermeyen nice insan var. Ne kadar acı değil mi?
Biz onlardan olmayalım be Çakır’ım!
Sana bi şekilde ulaşamadığım zamanlar olsa bile hep içimde olacağını sakın unutma! Hepinizin şu gönlümde ayrı ayrı yerleri var.
Seni çok sevdiğimi ve dâimâ seveceğimi biliyorsun.
Sen de aynı şeyleri düşünüyorsundur umarım.
İleride bir gün;
“Benim bir arkadaşım vardı; geveze, gürcü, hırçın(senin tâbirinle…) bir arkadaş…” diye beni hatırlar mısın bilmem!?
Yaa, Çakır’ım.
İnsanın içindekileri bir kâğıda dökmesi o kadar zor ki!
Bir de, bâzı şeyler kâğıda dökülmez, değil mi?!
Onun için, yazdıklarımı okuduğunda, “Sâdece bu kadar mı?” deme sakın!
Yazım için de kusura bakma. Şu an ellerim titriyo inan ki!
Duygularım yoğun. Heyecanlıyım! Öyle ya, ayrılık vakti bu an!
Can-ciğer dostların ayrılığı kolay şey mi?!
Yukarıda da belirttiğim gibi, bir programın sonuna geldik.
Ne yazık ki, o programı bir daha izleyemeyeceğiz! Yaşayamayacağız!
Şimdilik yazacaklarım bu kadar.
Dileğim; bundan sonraki hayâtında başarı, mutluluk, sağlık peşini hiç bırakmasın!
Cenâb-ı Allâh yâr ve yardımcın olsun. Unutulmamak ve hep hatırlanmak dileğiyle…
Hoşça kal Çakır arkadaşım!...
11.05.2005/Çarşamba
Gezgiç arkadaşın Nurşen
İki arkadaş arasındaki bu içten diyalog ve muhabbet bir akrostişi daha hak etti değil mi, sizce de?! Diğerini, DİLEK ÇİÇEKLERİ adlı akrostiş yazısında daha önce vermiştim. Sevgili öğrencilerimizin hakîkâtli muhabbetlerinin sonsuza dek sürmesi dileğiyle tekrâr sevgi ve saygılar sunuyor, her ikisine de iki cihan saadetleri temennî ediyor, sizleri bu 2. akrostişle baş başa bırakıyorum:
AKROSTİŞ
Dört yıla şöyle bir bakınca şimdi
İçimize işlemiş yer görüyorum
Lütuflara şükür edâ etmeyi
Elhâk, doğrusu zor görüyorum
Kandiller tutuştu yüreğimizde
Çerağlar yakıldı; kor görüyorum
Anladık hayâtın hakîkâtini
Kimseyi ne hakîr, hor görüyorum
Işığımız Kur’ân; sönmez aslâ, hiç
Rasûlün izinde nur görüyorum
Ardına düşmüşüz Hak kervanının
Sahabeyi ümmete yâr görüyorum
Elhamdü lillâhi alâ külli hâl
Leylâ var; Mecnûnlar var görüyorum
Âşıklar “ leylâ, leylâ!” derken, Mevlâyı bulur
Mecrâlarını, -inşâllâh- lâlezâr görüyorum…
GELİN OLDUN DA GİDİYORSUN HA KIZ!
Allâh’a şükür, tüm olumsuz gayretler ve manzaralara rağmen ülkemizde evlilikler çığ gibi. Yaz boyu yoğunlaşan düğünler diğer mevsimleri de neş’esinden mahrûm bırakmıyor elhamdülillâh.
Evlilik başlıbaşına bir konu. Îmandan sonra, en hassas meselelerden biri. Her evliliğin, toplumun temellerine atılan bir perçin mesâbesinde olduğunu söylemek mümkün rahatlıkla. Lâkin, evliliğin mânevî boyutuna yabancı kalan nesiller, onu bir romantik olay, ya da ekonomik ortaklık olarak algıladıkları için, kurarken de, yaşarken de, boşanırken de ölçüleri hep ölçüsüzlük oluyor. Hattâ, çoğu defâ, nikâh boyutu hiç değerlendirilmeye tâbî tutulmayan bir paylaşım ve birliktelik olarak görülüyor.
Zamanımızdaki boşanmalar ve sebepleri de bu bağlamda yorumlanmaya açık çok derin bir konu. Kanayan ve oluk oluk akan bir yara. Ancak biz, “Nikâh benim sünnetimdir. Kim ondan yüz çevirirse bizden değildir!” diye buyuran bir Peygâmberin ümmetiyiz. Her zaman nikâhtan, evlilikten yanayız. Ne kadar çok olursa, hem ülkemiz, hem toplumumuz, hem de gençlerimiz adına seviniyoruz.
Zaman zaman, yoğun günlerde düğünden düğüne koşmaktan yorulduğunu ifâde edenlere;
- Keşke gençlerimiz ahlâk, iffet ve nâmuslarıyla evlensinler de, biz her türlü yorgunluğa râzıyız! Şeklinde karşılık veren insanlarımızın bu esprili yaklaşımlarına gönülden katılıyorum.
Yüce Rabbim bu müesseseyi bütün güzellikleriyle korumayı ve sürdürmeyi nasîp eylesin toplumumuza. Mevlâmız, tüm evlenenlerin yardımcısı olsun. Mutluluklarını dâim ve sonsuz eylesin.
Bugün sizlerle, evimizde gerçekleşen ilk evliliğin duygularıyla kaleme aldığım bir şiiri paylaşacağız. Biz 7 kardeşiz. İlk evlenenimiz kız kardeşlerimizden biri oldu. Sanki bir parçamız kopuyordu. Âilemizin bütünlüğü bozuluyordu. Akışı değişiyordu.
Bu şiiri daktiloyla yazdım. Çerçeveletip kendilerine verdim. Şiir beğenildi. Fotokopi olarak elden ele dolaştı. Bize âit olan duygular, herkesin hissiyâtının tercümânı olmuştu. İnşâllâh sizler de beğenirsiniz. Yeni kız verenler, ya da verecek olanlar mendil hazırlamadan okumasınlar! Buyurun, işte şiir:
BAHÇE DEĞİŞTİREN ÇİÇEĞİMİZE…
-Sevgilerle-
Gelin oldun da gidiyorsun ha kız
Bırakıyorsun ha bizleri yalnız!
Annen yaşlar döküp ağlamaz mı kız?
Kalanlar karalar bağlamaz mı kız?
Birlikte elele az mı oynadık?
Kış geldi soğuduk, yazın kaynadık!
Baharları bahçelere çıkardık
Çağlayan sularla biz de akardık
İnek otlatırdık yol boylarında
Tarlayı yakardık güz aylarında!
Küçük büyük, kardeşlerin koşardı
Bizimle birlikte oynar coşardı
Ağlayarak ayrılırdık kimimiz
Yine de dolardı sevinç içimiz!
Demek o günleri mâzîye verdik
Demek günler geldi, gerçeğe erdik
Ağlamakmış sonu bu gülüşlerin
Demek, gitmesi de var gelişlerin!
Gidiyorsun; günler yine geçecek
Ama bilmiyorsun, nasıl geçecek?!
Güneş de doğacak, yağmur yağacak
Yanaklarsa, göz yaşları sağacak!
Kuşlar yine ötecek bahçelerde
Hani, çiçek nerde, gül nerelerde?
Evimizde dönen uğur yok şimdi
Kanatlar kırıktır, huzur yok şimdi!
Ey gül, bahçeyi değiştiriyorsun
Gidip, her şeyi değiştiriyorsun!
Gidiyorsun; evimiz değişecek
Gidiyorsun; eviniz değişecek!
Gitme demek, bilmem olur mu söyle?
Yüce Mevlâmızın dileği böyle!
Çeyizin hazır gülüm, gidiyorsun
Başka gitmekler de var; biliyorsun!
Af dileriz, olduysa kusûrumuz
Ey göz nûrumuz, gönül sürûrumuz
Allâh’tan ebedî huzur dileriz
Hayırlı yolculuk, uğur dileriz
Git gülüm git, dünyân bereket olsun
Âhirette de mekânın Cennet olsun!..
Ağabeyin: Nûri KAHRAMAN
30.5.1981
ORDU
Söz çok uzadı gâlibâ. İsterseniz bu da, akrostişi olmayan bir AKROSTİŞ yazısı olsun. Ama, hâtıra özelliği zengin. Bilhassa, yaşı 40 ve üzeri olanlar, bu mısralarda gezinirken, çocukluk hâtıralarını canlandıracaklar hayâllerinde. İnek yaydıkları, tarlalarda gevük yakıp üzerinden atladıkları, kışın kızak kaydıkları… günlere gidecekler.
Tabiî nefesleri yeterse!...
- Derin nefes al, tut nefesini!
BİR DÂVETİYENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Dâvetiyeyi elime aldığım ilk anda ben de yadırgamadım değil doğrusu. Yapılan işin yanlış olduğunu söylemek istemiyorum. Alışılmışın dışında bir mâhiyeti olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. Bir yakınımıza âit olduğu için de gerek dükkânlarda, gerekse evlerde, söz ve değerlendirme konusu oldu dâvetiye. Çünkü farklı bir tarzı vardı.
Kimileri okumaya çalıştı, fakat kelimelere dili dönmedi.
- Adaaam sende! Ne gerek var böyle şeylere?
Deyip kenara bıraktı. Kimisi sabırla okudu telâffuzda zorlanarak. Ancak, bir şey anlamadığını söylemeyi de ihmâl etmedi. Konuyu değiştirdi. Tarza anlayışla yaklaşanlar bile;
- En güzeli, uslûp neyse onu yazmak. İnsanlar böyle şeylere iltifat etmiyorlar. Bence böylesi gereksiz. Vatandaşı zahmete sokmanın âlemi yok! Şeklinde değerlendirdiler olayı.
Evet, doğru. Vatandaş hiç zora gelmiyor. Her şey kestirmeden olacak. Artık her şeyi basite alıyor. Evliliği bile. Hâlbuki, hayâtın en önemli şeyi evlilik. Onu evcilik gibi algılamak hatâların en büyüğü. Artistik bir olay olarak görmek ise insanın kendisine ve topluma yapacağı, hattâ ülkesine karşı yapacağı en büyük kötülüklerden biridir. Çünkü âile toplumun temelidir ve aslâ hafîfe almaya gelmez. Ciddiyet ister. Yaparım. Olmazsa bozarım şeklinde çocuk oyuncağı olarak değerlendirilmemesi gerekir. Bu evlenenler için çözüm olarak görülebilir ama ya çocukların durumu ne olacak? Kaderin getirdiği noktada söyleyecek söz olmaz, lâkin; işi önemsememek, Allâh’tan yardım dilememek, nikâhın kutsiyet ve ciddiyetini göz önünde bulundurmamak, mutluluğun sonsuzluk boyutunu hesâba katmamak, dînin ölçülerini aklından bile geçirmemek sûretiyle yanlış ölçülerin getirdiği noktada yapılacak olan nedir?
Nev-i beşerin hayât-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zenberek
ve dünyevi saadet için bir cennet, bir melce’, bir tahassüngâh ise; âile hayâtıdır.
Ve herkesin hânesi, küçük bir dünyâsıdır
ve o hâne ve âile hayâtının hayâtı ve saâdeti ise;
samîmî ve ciddî ve vefâdârâne hürmet
ve hakîkî ve şefkâtli ve fedâkârâne merhamet ile olabilir
ve bu hakîkî hürmet ve samîmî merhamet ise;
ebedî bir arkadaşlık ve dâimî bir refâkat ve sermedî bir berâberlik
ve hadsiz bir zamanda ve hudutsuz bir hayatta
birbiriyle pedârâne, ferzandan, kardeşâne,
arkadaşâne münâsebetlerin bulunmak fikriyle, akîdesiyle olabilir…
Risâle-i Nur Kiliyâtından
Sözler 97
Eğrekçi ve Kalpaklıoğlu Ailelerinin
Velîmesinde duâ için
Teşriflerinizi temennî ederiz.
Babası Babası
Fezai EĞREKÇİ Turhan KALPAKLIOĞLU
Tarih: 03 Ağustos 2008 / Pazar
Yer : EBUBEKİR SIDDIK CAMİİ SALONU
Gebze-KOCAELİ
Düğünümüz Yemeklidir
KİMLER ANLIYOR BİZİ?...
BİSMİLLÂHİR’RAHMÂNİR’RAHÎM
Sevgili Mücâhit;
Hz. Enes’in (ra) rivâyet ettiği iki Hadîs-iŞerîf’le söze başlamak istiyorum:
“Biriniz Rabbi ile konuşmak istiyorsa, Kur’an okusun.” DEYLEMÎ
“Allâh bir kimse hakkında hayır dilerse, onu dinde bilgi sâhibi ve anlayışlı kılar.
Dünyâya değer verdirmez ve kusurlarını kendisine gösterir.” BEYHAKÎ
İnşâllâh bizler, bu hadislerin işâret ettiği kişilerden olmaya çabalar,
bu mazhariyete lâyık olma bilinciyle hareket etmek sûretiyle hem dünyâsını,
hem de âhiretini –Allâh’ın izniyle - mutluluklarla donatanlardan oluruz.
Yüce Mevlâdan sana, bu minvâl üzere hayırlı, bereketli uzun ömürler diliyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle,
değerli öğrencimiz, sevgili ümit çiçeğimiz Mücâhit ÖZDEMİR’imizi
hâtıra niyetine bir akrostiş şiirle selâmlıyorum:
- AKROSTİŞ -
4.5.04
Seneler nasıl geçti, bir çırpıda bilmeden?
Ellerimiz ayrılıyor, geldi çattı ayrılık
Vedâ diyorlar buna, gerçeğin tâ kendisi
Gelenler gider elbet; ve gözyaşı, hıçkırık
İmam-Hatip Lisesi, mutluluklar okulu
Lâkin, sevgisizlere kâlbimiz biraz kırık!
İnşâllâh bir gün gelir, herkesler anlar bizi
Millet bastı bağrına, uzun zamanlar bizi
Üzdüler has evlâdını, millete rağmen
Canlar cânı bilirken canlar, cânanlar bizi
Âhımızı alanlar iflâh olurlar mı ki?
Harlı duâlarına katar insanlar bizi!
İmam-Hatipli olmak, ayrıcalık bilene
Târife sığdıramaz, değme lisânlar bizi
Özüyüz mâzîmizin; istikbâlin, irfânın
Zulmedenler oldu, gerçek anlayanlar bizi!
Dolaştırdılar üstümüzde en ağır süreçleri
Ezim ezim ezdiler, halka kızanlar bizi!
Müslümanlık kor oldu, avuçlarda taşınan
İnşâllâh bir gün anlar, yanlış yazanlar bizi!
Rabbimize sonsuz şükür; hidâyet verdi bize
Elbet utanacaktır, yakan kazanlar bizi!
Sevmeyi çok gördüler; fazîleti, ahlâkı
Evine varamadan, yolda sızanlar bizi
Lûtfun çoktur bizlere ey Yüce Rabbim
Âhirette güler mi, hep ağlatanlar bizi?
Mutluluğun yolunu öğrendik sonsuz şükür
İnşâllâh Peygâmbere vardırır yollar bizi
Lâkin, yaşamak gerek; bildiklerimizi
Evet, işte o zaman; şefâat tutar bizi…
06.05.2004
Perşembe
Mücâhit Bey;
Pek önemsemediğimiz şu eğitim süreci içerisinde
çok önemli kazanımlar elde ettiğinizi zaman gösterecektir size.
Misyonumuzun önemini anladığınız anda
sizler de bunu zenginleştirmeye çalışıp
hayat çizginizi güzelliklerle bezediğinizde
pırıl pırıl bir geçmişe bakma imkânınız olacaktır gelecekte.
Bu da mutlulukların en büyüğü ve
sonsuz mutluluğun kapısını aralama vesîlesidir.
Sana, her yönüyle güveniyorum.
Çok yakından tanışmış değiliz ama,
kısa zaman içerisinde üzerimizde bıraktığın intibâ budur.
Her şeyden önce, samîmiyet ve doğallığınız önemli bir özellik
ve kâlp temizliğinizin bir nişânesi.
Sana, hayat çizginde başarılar diliyorum.
Sonsuzlukta, Hz. Peygâmber’in (sav) komşuluğunda buluşalım inşâllâh!
Arada-sırada da olsa duâlarda hatırlanmak ümidiyle
Sizleri tekrar sevgiyle selâmlıyor, ebedî saâdet dileklerimle
Allâh’a emânet olunuz diyorum…
Öğretmenin, Nûri KAHRAMAN
Ordu İHL Mes. Ders. Öğrt.
ERDEM ÇİÇEKLERİ
Es’Selâmu Aleyküm ve Rahmetullâh 03.05.1992
Kıymetli ve kâbiliyetli öğrencim;
Defterinden ayırdığın sayfa için teşekkür ediyorum. Güzel şeyler yazmaktan çok, hatırlarda güzel intibâlar bırakabilmektir önemli olan. Çünkü, kritikten ziyâde örnekliktir eğitimde aslolan. İnşâllâh hep hayırlarla yâdedilmeyi, güzelliklerle hatırlanmayı, duâlardan unutulmamayı umarım.
Sevgili delikanlı;
Sizler ve bizler, ilâhî sevgi çiçeklerinin açtırılmaya çalışıldığı bir ilim ve irfan yuvasına mensup olmamızdan dolayı ne kadar şükretsek azdır. Bizler, bahar işçileriyiz. (Çaba)mız ve (çapa)mız bahar içindir. Bu çaba ve çapanın verimliliği de (çap)ımıza bağlıdır. Bu okulda yapmaya çalıştığımız çapımızı geliştirmektir. Allâh(CC) muvaffak eylesin. Ne kadar çok çiçek filizlendirirsek bahçemiz de o denli engin ve zengin olur. Dünyâdayken açtırılacak bu rengârenk çiçekler, Hak rızâsı atmosferinin bir meyvesi olacak olan hakîkî bahçenin, vaat edilen Cennet bahçelerinin habercileri olacaktır.
Yüce Allâh(CC) bizlere, bahşettiği bu fazîlet yuvasının ve ondan kazandığımız bilgi, görgü ve terbiyenin kıymetini anlamayı ve bunları yaşamayı, dolayısıyla sonsuz mutluluklarda buluşmayı nasîp eylesin…. Âmin…
Sevgili yavrumuzu bu yuvadan uçururken, kendisini, adına yazdığım bir akrostişle uğurluyor, güzelliklerde buluşmak dileğiyle sevgi, saygı ve selâmlarımı sunuyorum.
Allâh’a(CC) emânet ol. Yolun ve bahtın açık olsun…
SELMAN ÇAPA’YA SELÂM İLE
Sevdânın tutuşturduğu ufuklardan doğar güneş
Eller devşirir en güzel çiçekleri, semâya açılan
Lâleler okur şarkısını toprağın, rengârenk
Mâşûka götürür âşığı içindeki âhenk
Ağlamayınca gözler; aşka pişemez özler
Nûru, ziyâsı olmayınca, yavan kalır sözler
Çiçekler açabilir mi susuz çöllerde?
Ağla, ağla ki bahçeler yeşersin gönüllerde!
Puslanmayınca gökler, yağmur düşer mi acep?!
Akmıyorsa yaşlar, dalgalanır mı sevgiler?
Yapayalnızız demektir muhabbetimiz yoksa!
Ayrıyız demektir tüm dostluklardan, güzelliklerden
Sevmek; sevenlere sevgiyi sevdireni sevmek.
Evimizin kapıları, pencereleri açık olsun dâim
Lûtfu ilâhî olan sevgi rüzgârlarına
Âh çekmek, çekmemekten daha iyi
Mutlu sanmasın kendini, dertsiz olanlar
İkrâmın en ulusudur gâm, kadrini bilene
Lâyık olmak için “altından ırmaklar akan”a
Erdem çiçeklerini takmalısın yakana!
03.05.1992, Pazar
Öğretmenin; Nûri Kahraman
Ordu İmam-Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni