37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN…
Tâ 1973’den bu yana, şu veyâ bu şekilde yazmaya, günlük tutmaya başlamışım. Bunlar daha çok şiir formatında olmuş, ancak hâtıra niteliği taşıyorlar. Bu gün, o zamanlara âit çocuksu cümle ve mısrâlar arasında gezineceğiz:
“23 Nisan bayram törenlerinden sonra akşam köye gittik. Yiyip-içtikten sonra saat 10.00’da yattık. Sabah 5,5’ta kalktım. Hava güneşliydi. Kuşlar neşeli neşeli cıvıldaşıyorlardı. Ilık ılık esen yeller ağaçların dallarını sallıyordu. Güneş yükseldikçe çiseler de buharlaşıp yükseliyor, kayboluyordu. Çimenler hep birlikte yatıp-kalkıyorlardı.
Harmana çıktım. Yemyeşil. Akşam bıraktığımız gübre torbaları bizi bekliyordu. Temiz havada biraz dolaştım. Denize baktım. Uzaklarda gökle bitişmiş gibiydi. Şehirse, sanki yakındı; şu tepenin arkasında gibiydi.
Fındık bahçelerine doğru baktım şöyle. Ocaklar sıra sıraydı. Hepsinin boyu aynıydı. Yemyeşil birer deryâydı sanki vâdiler.
Câmi görünüyordu aşağıda. Minâresine güneş vurmuştu
Bir de baktım ki karşıya; Sali Amca tarlaya durmuştu
*
Annem çağırdı aşağıdan beni. Gübreleri atmak için
Yükledim arabaya torbaları. Bahçeye gitmek için…
Yük 100 kg. Tekerlek de lâçka olduğu için, yumuşak ve engebeli yokuşta zorla gidebiliyorum. Hattâ, bâzen devriliyor, tekrar yükleyip yola koyuluyorum. Saat 06.00’da bahçedeyiz. KUFA dediğimiz gübre atma kaplarını elimize alıp başlıyoruz atmaya. Kemre dediğimiz hayvan gübreleri, zâten önceden atılmış. Çarşı gübresini de onun üstüne katınca daha çok fındık alacağımızı umuyoruz.
Gübre işinden sonra HARK, yâni hendek açma işi başladı:
Biri babam, biri ben; Başladık hark açmaya
Yığılan toprakları, Kenarlara saçmaya…
Yakında olan sel sebebiyle yıkılan bâzı peyleri onardık sonra. Bir taşta çok uğraştık. Belki 1,5 saat sürdü.
Her neyse; saat 10.00’a doğru eve yönelebilmiştik. Sabahtan bir şey yemeden çıktığımız için karnım zil çalıyordu. Bu heyecanla bahçeyi şöyle bir dolaştım. Gübre kufalarını topladım. Arabaya koydum. Vurdum yokuşa…
Başladım yokuşu çıkmaya; Yük az olmaya az belki ama
Yoruldum, hem tıkandım; Bir yanda açlık, bir yanda yama!...
*
Çeşme yanına gelince; Baktım ki sular çok fazla
Açtım yağmur sularını, Yıkadım elimi-ayağımı mintak’la…
Eve geldiğimizde teyzemin de geldiğini gördüm. Fatih’le Necdet oynuyorlardı. Babam birazdan tabanca vesîkası işlemleri için Merkez’e (Ulubey) gidecek. Arabayı çalıştırdı. Basıp gaza gitti.
Köye çalışmaya gelmiştik. Boş durma şansımız yoktu. Yemeğin peşinden harmanın başına çıktık. Başladık kazma kazmaya. Bir yandan da kemre dağıtıyor toprakla karıyorduk. Radyo da, akasya ağacında asılıydı. Arada ona eşlik etmeyi de ihmâl etmiyorduk. Öğle yemeğine yakın harmanın çimeninde biraz oynadık. Yemekten sonra kaldığımız yerden işimize devam ettik.
Yine radyo çalıyor; Bâzen Meteoroloji, bâzen Ankara
Kazmalar kazarken, Patateslerde açıyordu yara…
*
Annem kâh kazma kazar, Kâh eve gider bâzen
Yemeklere bir bakar; Yine işe döner hemen…”
2 erkek, 5 kız olmak üzere 7 kardeşiz. Hep bir aradayız. Büyükler de bize yardım ediyor. Küçükler, gidip çeşmeden su alıp geliyorlar bize, dağıtıyorlar. Sonra oyun oyun oynuyorlar. Hep bir arada, yorgun-argın ama cıvıl cıvıl günler. biz günlüğe devâm edelim:
“Çalıştım, çalıştım; ellerim patladı
Ayaklarıma toprak dolu, acıyor; sanki çatladı!
Ne de olsa hamlık var. omuzlarım, adelelerim acıyor. Hep beraber çalışıyoruz; kimimiz kazıyor, kimimiz kemre taşıyor, kimimiz onları birbirine katıyoruz.
Derken akşama doğru babam geldi
Yine de işleri beğenmedi…
Bu nasıl kazma kazış toprak dönmemiş?
Otlar yine meydanda, çayır sönmemiş!
Kemre iyi dağılmamış, top top duruyor
Mısır tâneleri meydanlarda kuruyor!
Bir de dal kırdığımız ya da yaraladığımız yerler olmuş ki, babamın en hassas olduğu şey! Zâten bütün çabalar dallar için değil miydi? Her neyse, hep birlikte noksanlarımızı telâfi ettikten sonra, kazma, kürek ne varsa toplayıp eve yöneldik. Eve varır-varmaz da üst-baş değişikliği başladı.
Arabaya binerek, Çarşıya koyulduk
Doğrusu bugün, Pek de yorulduk!
İşte böyle geçti gün; akşam da misâfirler geldi
Şiirdi, yazıydı derken, işte uykum geldi…” 24Nîsan 1973,Salı
O zaman ki defterlerden, 4’lü mısrâları 2’li yapmak gibi çok az değişikliklerle aldığım bu hâtıra kırıntıları, yıllar sonra bana da enteresan geldi. Sizlerin de ilgisini çekeceğini umarak buraya aldım.
Böylelikle, sizleri de çocukluğunuzun o saf, duru günlerine götürebilmişsem ne mutlu bana! Hepinizi, o çağlarımızda verdiğimiz selâmların tâzelik ve heyecânıyla selâmlıyor, cümleye sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
23.04.2010