
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962)
Bilmem bu ismi daha önce hiç duydunuz mu? Ben, biraz da babamın da hocası olması, aynı zamanda bitişik köyümüzden ve de torunlarıyle birlikte okumamız, yayla komşulukları yapmamız hasebiyle çocukluğumdan bu yana adını duyuyorum. Doğrusu, hep te merak ediyor, araştırıyor, soruşturuyordum. Elimde şu an bölük-pörçük bir sürü bilgi var. Şimdilik kısaca bir ön bilgi vermeye çalışacağız.
İsterseniz onu tanımaya şöyle başlayalım. Bir baba vardır. Çocuğu Şuayip’te, medresede okumaktadır. Ama, aklı hep büyük şehirlerdedir. Öyle ya; oralarda daha büyük hocalar vardır. Daha kaliteli öğretim söz konusudur. Hâlâ da öyle düşünülmez mi? Aklımız fikrimiz, başta eğitim ve sağlık olmak üzere, hemen hemen her alanda uzaklardadır. Öyle ya, ne demişler; “Boğulacaksan büyük gölde boğul!”
Her neyse; rivâyete göre baba, yukarılara istidâ yazar: " Evladımı daha büyük hocalara okutup, daha mâlumâtlı yetiştirmek istiyorum" der. Babaya cevap gecikmez. Resmi sıfatla Ankara'dan gönderilen ve daha önceden buralara gelip eğitim-öğretimin durumunu bilen müfettişin cevabı şöyledir:
“Efendi! Bu çocuğu böyle yetiştirecek hoca, değil Ankara'da, İstanbul'da bile bulamazsın. Asla bu hocadan başka hoca aramayasın!”
Bu, hocamızın birikim ve yeteneği noktasında bize yeterli bir ipucu veriyor. Sonuçta o da büyük okullarda okuyup gelmiştir. Anlatıldığına göre, onun Hakk'a hizmet serüveni esas olarak kendi emsâli olan Karaağaç'lı Abdurrahman Efendi'nin tahsilini Tokat'ta yaptığını öğrenmesiyle başlamıştır.
Torunlarından Musa YEŞİLBAŞ’ın 10.10.1995 târihi îtibârıyle bize verdiği bilgiye göre 1876 yılında Ulubey Şuayıp(Güzelyurt) Köyü'nde dünyaya gelen Gacaroğlu Ahmet
Efendi'nin babası aslen yine bu köyden Abdullah Efendi, annesi de Fatma Hanım'dır.
İlk tahsilini Yağmur Köyü'nde Abduloğulları’ndan Ordu Kadısı Sâlih Efendi'den alan Ahmet Efendi burada Arapça Dilbilgisi dersi olan Sarf-Nahiv okumuştur. Ailevi sebeplerle bir süre kesintiye uğrayan bu süreç, yukarda da değinildiği gibi Abdurrahman Efendi'yle karşılaşmasıyla yeniden başlamış ve;
"Bu ulvî gâye için ben de yola koyulacağım; seninle ben de geliyorum!"
diyerek onunla birlikte Tokat yollarını tutmuştur.
1317(1901) güzünde ilk defa heybesini sırtlayarak 9 yıl sürecek olan çarıklı yolculuk başlamıştır. Her yılın sonbaharı O da kitaplar ve heybeler yüklenilerek ayakta çarıkla Tokat'a gidip, yaz dönemlerinde kısa bir süre için köye dönmüştür. Tokat'ta 14 medrese var ise de Ahmet Efendi, Kayseri'de Hacı Hasan Efendi'den icazet alan Ömer Fevzi Efendi'yi tercih ederek icâzetini de bu Hocadan Gök Medrese'de almıştır.
Tahsîlini tamamladıktan sonra, Ordu’ya döner. Tercihi, memleketinde hizmettir. İlk müderrisliği Bahattin Köyü'ndeki medresede başlar. Daha sonra Çukur Mahallesi'ne gelir. Bir ara Fatsa'ya bağlı Kabakdağı Beldesi'nde görev yaptıktan sonra Meşayih(Aydınlar Köyü) ve Karaağaç Köylerinde müderrisliğe devam eder. Bu arada bir kanunla Medreseler lağvedilince eğitim ve öğretim faaliyetlerine ara vermek zorunda kalır.
Bütün ülkeyi kaplayan bu fetret dönemi uzun yıllar sürer. Hocanın içi içine sığmaz. Emâneti yerine getirememenin, bildiklerini aktaramamanın sıkıntısı onu arayışlara sürükler. Ahmet Efendi yasak zırhını ilk defa Arpaköy'lü Mehmet Hulûsî Murtazaoğlu ile deler. Yıl 1947, mevsim güzdür. Bismillâh der, Allâh’a sığınır ve kıyın kıyın başlar aldıklarını vermeye. Bundan sonra peşi gelir.
O kaçak, göçek süreçte, Ordu'nun bir dönemine damgasını vuran değerli hocalar yetişmiştir. O yıllar muhtar, yine o yörenin âlim ve gönül adamlarından Veliefendioğlu Hacı İbrâhim Efendi’nin oğlu, hâlen de hayatta olan ve şu an îtibârıyle Kayadibi Köyü’nde oturan İsmail YÜKSEL’dir. Geçen ay, hanımının vefâtı dolayısıyle tâziyeye gittiğimizde yine tekrarladığı gibi, Hoca’ya yardımı çok olmuştur. Kur’an tedrisâtına kol-kanat germiştir. Şikâyetleri göğüslemiştir. Resmî makamlara ulaşanları da bir şekilde çözmüştür.
Gacaroğlu Ahmet Efendi, bu 2. sıkıntılı müderrislik dönemini kendi köyünde, evinin yanında yaptırdığı sınıflarda sürdürmüş ve bugün de hâlâ hayatta olan ve Ordu’muzda dînî, dünyevî bir çok alanlarında hizmet gören, çoğunu yakından tanıdığımız insanların yetiştiği bu bereketli süreç 1961 yılına kadar devam etmiştir.
Okuttuğu dersler, yetiştirdiği ve emek verdiği isimler, prensip ve özellikleri ayrı bir yazı konusudur. Bu konuda epey araştırma yaptık. Yıllarca, her ilgiliden bir şeyler derlemeye çalıştık. Gönül isterdiki, okumuş-yazmış torunlarından biri bu işe eğilsin. Ama olmadı. Elimde, torunlarından Âdil YEŞİLBAŞ’la yapılmış röportaj kasetleri var. Himmet bekliyor. Şimdilik, inşâllâh diyor, ben de sonucu merakla bekliyorum.
Bunlar önemli şeyler. Ama, Ordu’da böyle kültürel ve de özellikle mânevî eksenli konuların kıymet-i harbiyesi yok. Ucunda para yoksa, mânevîyatçı kesim bile ilgi duymuyor. Siyâsetin okur-yazarlığı zâten yok! Bu büyüklerimiz vefâ bekliyor. Bizimkiler vefâ deyince sefâyı hatırlıyorlar.
İşte, vefânın geldiği gün, hepimizin aklı başına gelecek. Noksanlar görülüp telâfî edilecek. 5 Nisan 1962’de rahmet-i Rahmân’a kavuşan âlim hocamıza Mevlâ’dan bol mağfiret diliyor, inşâllâh kendisini 50. vefat yıldönümünden başlamak üzere hürmet ve minnetle anmaya çalışacağımız, memleket için ilmî, irfânî hizmet aşkıyle yanacağımız günlerin çabuk gelmesi temennîsiyle, sevgili okurlarımıza sevgi ve de saygılar sunuyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
03.04.2011