|
ŞÂİRLERE
Garip Yetimoğlu telsiz söylesin
Şakir Arslanoğlu gülsüz söylesin
Yaratan bizlere rahmet eylesin
Zulme, haksızlığa susmamalıyız…
Taşlasın şeytanı Nuri Kahraman
Vermeyelim şu pis modaya aman
Rahmet et bizlere Hz. Rahman(cc)
Küfre, haksızlığa susmamalıyız…
İnsanlık muhtaçtır mânevî em’e
Tüm şâirler sarılmalı kaleme
Özkul, göğüs ger ki; çile, eleme
Cehle, haksızlığa susmamalıyız…
Yaşar ÖZKUL
(27.11.1983 Yeni Devir)
TAŞLASAK MI?
“Taşla” diyor bana ÖZKUL
Kalmıyor ki Yaşar Kardeş!
Atsak, istasyonlar bozuk
Almıyor ki Yaşar Kardeş!
Herkes belli bir yol tutmuş
Hayâ-edebi unutmuş
Nefisler rûhu uyutmuş
Salmıyor ki Yaşar Kardeş!
İşte kardeş, işte bacım
Dostum, ahbâbım, baş tâcım
Gelse bir, bitecek acım
Gelmiyor ki Yaşar Kardeş!
Taşlasak, hep kaçıyorlar
Taşlamasak içiyorlar
Döküyorlar, saçıyorlar
Dolmuyor ki Yaşar Kardeş!
Şeytan kadar, şeytanlık dert
Olabilse insanlar mert
Karar kılsalar gâyet sert
Kılmıyor ki Yaşar Kardeş!
Tamam, vermeyelim aman
Modadan hâlimiz yaman
Fakat, yanlışları duyan
Silmiyor ki Yaşar Kardeş!
Gerçi, bizden söylemesi
Önce tatbik eylemesi
Bozuk âlet düzgün sesi
Çalmıyor ki Yaşar Kardeş!
Hatâ bizde de var elbet
Önce sen nefsine emret
Sonra at-tut, sonra öğret
Olmuyor ki Yaşar Kardeş!
Buldu sâyenizde fırsat
Nûrî içten etti feryat
Hak yazmadan kimse necât
Bulmuyor ki Yaşar Kardeş!
(11.12.1983 Yeni Devir)
Âşık Nûrânî’ye
İş’e besmeleyle başla
Savaş boyalı göz-kaşla
Nefsine uyma, yavaşla
Nefis düşman, Nûrânî dost!
Zorbalar, zâlimler haklı
Temelde haç rûhu saklı
Ermiyor genç kızın aklı
Gören pişman, Nûrânî dost!
Bâtıla hizmeti boşla
Sarıl Hakk’a, canla-başla
Önce dostlarını haşla
Kim “Kahraman” Nûrânî dost!
Yıksalar nefis bendini
Bulur îmân, Nûrânî dost!
İçten içe yer kendini
Üryan pişman, Nûrânî dost!
Âşık NÛRÂNÎ’ye cevap
Şeytan taşlaması sevap
Şeytanlaşan görür serap
Bak, çöl pişman Nûrânî dost!
Yaşar Özkul, özlüyorum
Gelecektir, gözlüyorum
Adım adım izliyorum
Zaman pişman, Nûrânî dost!
Yaşar ÖZKUL
(1983 Yeni Devir)
SORGU-NÂME
Neden, niçin, nasıl diye
Özün sana soruyor mu?
Beynini kemire, yiye
Aklın kafa yoruyor mu?
Olan-biten; neden, nasıl?
Nedir gâye, nedir asıl?
Hangi makamda bu fasıl?
Gönlün hayâl kuruyor mu?
Akıl fikir nerden geldi?
Kendin seni nasıl bildi?
Olan şeyler nasıl oldu?
Aklın, fikre uğruyor mu?
Çocukluğun nerde, hani?
Okul önü, dükkân yanı?
Neyledin hamamı, hanı?
Köyün köşkün duruyor mu?
Sabah, nasıl akşam olur?
Gece, yolu nasıl bulur?
Meyve tadı nerden alır?
Kimse şeker veriyor mu?
Her şeyin tadı bir başka
Kâinât ayarlı aşka
İnsanoğlu sorsa keşke
Kâlbi yâre varıyor mu?
Çayır-çimenler, çeşmeler
Haylaşmalar, heyleşmeler
Ağlaşmalar, söyleşmeler
Muhabbetler sarıyor mu?
Altı, üstü hep dereydi
Sular dökülür yereydi
Sâhi, yerleri nereydi?
Değirmenler duruyor mu?
Hayatın çok kavgası var
Çileleri, sevdâsı var
Ölümün de sırası var
Düşüncen yer veriyor mu?
Tam, kâm alacağım derken
Ölüm yakalar, gülerken!
Belki sana göre erken
Sırra aklın eriyor mu?
Yürüdüğün hayat yolu
Yazı-kışı mihnet dolu
Hepsi gider; darı-bolu
Feryat işe yarıyor mu?
Ekonomi, politika
Yürüyorsun, bata-çıka
Gitmek var mı yaka-yıka?
Yazan kalem kuruyor mu?
Makam, mevkî hep emânet
Hem ticâret, hem siyâset
Gerisini sen kıyâs et
Cin fikirler eriyor mu?
Hava-cıva; hepsi yalan
“Var biraz da sen oyalan”
Nedir ne, geriye kalan?
Fasıl, aslı arıyor mu?
Nûrânî’nin dili durmaz
Ele der, kendini yormaz!
Amelsiz söz hayra varmaz!
Bilmem gözler görüyor mu?
ORDU HAYAT GAZETESİ
12.10.2008
ÇAYIR-NÂME
Adımlarına dikkât et
Kayarsın Allâh korusun!
Bâtılın sonu felâket;
Uyarsın Allâh korusun!
Güvenirsin eşe-dosta
Olursun zevklere hasta
Fark’etmeden, hayra posta
Koyarsın Allâh korusun!
Yanlışta ısrar ne demek?
Hem Hakk’a kulak vermemek!
Başına çorap örerek,
Giyersin Allâh korusun!
Şehvetlerin kemendine
Aldanmayasın fendine
Yazık edersin kendine
Kıyarsın Allâh korusun!
Düşmeyesin tuzaklara
Gitmeyesin uzaklara
Binmeyesin kızaklara
Kayarsın Allâh korusun!
Yakışan hep istikâmet
Bütün sapmalar hıyânet
Kopmadan daha kıyâmet
Koparsın Allâh korusun!
Kadın ya da erkek olsun
Herkes iyisini bulsun
Şerri dursun, hayrı gelsin
Şaşarsın Allâh korusun!
Hep hayırlı isteyelim
İçtenlikle dileyelim
Âkibet hayır bulalım
Yanarsın Allâh korusun!
Gencim deme genç de ölür
Hazırlık olmadan bulur
Vakitli vakitsiz gelir
Kayarsın Allâh korusun!
“İnsanlık” çok ince iştir
Niyet kur, kâlbe yerleştir
Ahlâk, fazîlet güneştir
Cayarsın Allâh korusun!
Karartma kâlbi siyâhla
Dalga geçme ahla, vahla
Hayat tablonu günâhla
Boyarsın Allâh korusun!
Bilim-teknik, bilgisayar
Her şeylere verir ayar
Çağdaşlık diyerek, soyar
Buyarsın Allâh korusun!
Kâlp kararır nokta nokta
Oldukça şerde atakta
Şuursuz gidişi Hak’ta
Sayarsın Allâh korusun!
Durumunu gözden geçir
Her işine îman içir
Yönünü ateşten kaçır
Yanarsın Allâh korusun!
Nûrânî sese kulak ver
Güzel yürü, çiçekler der
Derlerki; yer, herkesi yer
N’eylersin Allâh korusun?
Rabbimden hep hayırlısı
Ukbânın da çayırlısı
Cennet-cemâl seyirlisi
Lûtf’etsin; Allâh korusun!
GÜZEL-NÂME
Ey güzel, sokaktan geçip giderken
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Hey gencim; günâhı seçip giderken!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Kadında güzellik, erkekde şıklık
Onun da belâsı yakışıklılık!
Kitaba, sünnete uyar mı kılık?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Örtülesileri açıp nereye?
Aslından, özünden kaçıp nereye?
Neyin var neyin yok saçıp nereye?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Nedir şu edâlar, tavırlar öyle?
Gezilir pervâsız sokakta böyle!
Uyar mı bu bize, Hak için söyle?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ey insan, kendini sen mi yarattın?
Kara kaşla, elâ gözle donattın?
Kul iken kullara havalar attın!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ne kadar şirinsin, ne kadar hoşsun!
Lâyıktır dünyâlar peşinde koşsun!
Akıl yoksa, içmeden de sarhoşsun!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Arzular peşinde hep koşa koşa
Hayâtı tükettin, geldin bu yaşa
Şimdi günâhlarla kaldın başbaşa
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Hâlâ bildiğinden şaşmaz gidersin
Pişmanlık yoluna düşmez gidersin
Bir kez Allâh deyip coşmaz gidersin
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Namazdan-niyâzdan uzaklardasın
Yalanda, yanlışta, tuzaklardasın
Yazıkta, yazlıkta, kızaklardasın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ne umarsın bu gidişin sonundan?
Haberin yok eteğinden kolundan
Puan gelmez çalıştığın konundan
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Gelir bir de hep bilgiçlik taslarsın
Yanlışları yaldızlayıp süslersin
Fazla sürmez, bir yerlere toslarsın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Şâir, süslü sözden gelir mi fayda?
N’olur meşhur olsan, dünyâda, ayda?
İstikâmet nasıl, yol hangi rayda?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Sözün özü, artık gelelim yola
Zamanın çarkında yoktur hiç mola
Yarına diyorsun; kim ölüp kala?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Sevgili okurlar, vakit elvedâ;
Edâya duralım, gelmeden vedâ
Bırakmak adına belki hoş sedâ!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Nûrânî bak, sözü yine uzattın;
Tam tadında, pişmiş aşa su kattın,
Gelin kıza kaynanayı arattın!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
18 Ekim 2014 Ordu Vizyon
ZAMAN-NÂME
Bayram, seyran, yılbaşıyla
Geçip gidiyor seneler…
Köprübaşı, yolbaşıyla
Geçip gidiyor seneler…
Ahbâbıyla, yoldaşıyla
Ocak başı, kül başıyla
Hem yazıyla, hem kışıyla
Geçip gidiyor seneler…
Fındık-fıstık, yatak-yastık
Kırdık-döktük, astık-kestik
Bâzen tam üstüne bastık
Geçip gidiyor seneler…
Bahçe-çiçek, tarla-bayır
Yayla-Cenik, çimen-çayır
Derler; her işte var hayır
Geçip gidiyor seneler…
Alış-veriş, veriş-alış
Kazanırsın, sen de çalış
Sanma ki sonsuzdur kalış
Geçip gidiyor seneler…
Çelik-çocuk, arkadaş dost
Hep berâber olarak mest
Çağdaşça takılmaktır kast
Geçip gidiyor seneler…
Gelenleri kutluyoruz
Gidenleri şutluyoruz!
Nefsimizi putluyoruz
Geçip gidiyor seneler…
Hep kutlama telâşıyla
Lâkin bâzen gözyaşıyla
Ölenlerin naaşıyla
Geçip gidiyor seneler…
Kutladık yıl kutlu oldu!
Karteller hep mutlu oldu!
Cepleri parayla doldu!
Geçip gidiyor seneler…
Gelen seneyi unutma
Sakın yanlış bir yol tutma!
Çağdaşlığı çöpe atma!
Geçip gidiyor seneler…
İnsan dediğin içmeli!
İçip kendinden geçmeli!
Hem iç, hem dışı açmalı!
Geçip gidiyor seneler…
Korkma bu yolda ölmekten
Ayrılma sakın gülmekten
Geceleri çal felekten!
Geçip gidiyor seneler…
İbret mibret hak getire
Herkes kendini götüre!
Vakti bitire bitire!
Geçip gidiyor seneler…
Kuzguncuklu Fazîlet’le
Günâha giden biletle
Tâzelenen hükûmetle
Geçip gidiyor seneler…
Dereyolu, OR-Gİ, Baraj
İl’e oksijenli imaj
Kontür, pixel, çağrı, mesaj
Geçip gidiyor seneler…
Abuk-sabuk konserlerle
Türlü türlü kanserlerle
Askerlerle, komserlerle
Geçip gidiyor seneler…
Dizi, filim, türkü, şarkı
Hep eller döndürür çarkı
Düşünmeden hesap, korku
Geçip gidiyor seneler…
Sabah sekiz akşam beşle
Akıl-fikir hep düşeşle
İşi olmaz Kanal 5’le
Geçip gidiyor seneler…
Show, ATV, CNN Türk
Pardesü, manto, ithal kürk
Gâhî ayık, gâh küskütük!
Geçip gidiyor seneler…
Üniversite ve Rektör
Konsere git, Özlem’i gör
Kulüpçülüğe kalma kör
Geçip gidiyor seneler…
Rak ne imiş görmelisin!
Kolu kola örmelisin!
Aralara girmelisin!
Geçip gidiyor seneler…
Ye, iç; hem bardağı taşır!
Sofrada ne varsa aşır!
Çağdaş ol, işleri pişir!
Geçip gidiyor seneler…
Kutluyorsun, var mı daha?
Çıkar mısın, her sabâha?
Her şey dönerek Allâh’a
Geçip gidiyor seneler…
Nûrânî, hep atıp tutma
Pişmiş aşlara su katma
Hem sonra, kendin unutma
Geçip gidiyor seneler…
ORDU HAYAT GAZETESİ
03.01.2008
DİYÂR-NÂME
“Seviyorum, bekle!” dedi, bekledim; Gelmedi, gelmedi; yâra gücendim! Sevindim; yaprakla, çiçekle geldi Bırakıp gitti, bahâra gücendim!...
Pamuktu, bembeyazdı; buyur ettim Yüzde çizgi çizgi kara gücendim! Zaman, su misâli akıp geçerken “Aldırma!” diyen, efkâra gücendim!
Câmide dizildi, düzgün oldu da Çarşıda kayıp, saflara gücendim! Kendi hânem tâmire muhtaçken âh Boşa yoruldum; ağyâra gücendim!
Aklımdan geçmezken rûhî kayıplar Maddede zerre zarâra gücendim! Aç, bîilâç, yoksulken, nice insan Gamsız-kasvetsiz, iftâra gücendim!
Torunun elinde câhilî yayın Elde torun, ihtiyâra gücendim! Büyüttüm, yürüttüm, hem yetiştirdim Bizi küs yapan civâra gücendim!
Bir baştan bir başa rahatsız ülke Yanlışlardaki ısrâra gücendim! Yardımsız garipler sızlayan yara Kasada gizli tomara gücendim!
Dedim, bir çâresi var bunun elbet “Konuşma!” diyen, ihtara gücendim! Yenilensin derken bozuldu her şey Böylesi ruhsuz îmâra gücendim!
Cehâlet ve gaflet şerde yürüttü Uyarmadılar, dostlara gücendim! Yâre varmak için yola çıkmadım Düzde oturdum; dağlara gücendim!
Sözler de, işler de karmakarışık Karar kılmıyor; karâra gücendim! Çürüğe, bozuğa, yaldıza rağbet Sahteye mahkûm; pazara gücendim!
“İşin-gücün böyle kusur söylemek! Sus artık dostum, envâra gücendim! Yaşıyoruz işte, bozma tadını!” Söz iğne iğne; azara gücendim!
Nûrânîyim; tamam, kestim sözümü Tenkit yok artık; ızhâra gücendim! Ne ben, ne başkası kayda değerler; Hakîkât mahzûn; diyâra gücendim!..
|
|
YAŞ-NÂME
Anlamak çok müşkil dostum
Söyle, neyin peşindesin?
Görülmüyorsun mecliste;
Hangi hayâl düşündesin?
Bir ordasın, bir burdasın
Kimse bilmez, tam nerdesin!
Bir acâip seferdesin;
Günâhların başındasın!...
Niyetin, yaşamak zevkle!
Gezip-tozmak aşkla, şevkle!
Gidersin şeytânî sevkle;
Ortak gibi; işindesin!…
Sanıyorsun, yolundasın!
Lâkin, dâim solundasın
Şeytanların kolundasın
Hem de kapmış; dişindesin!
Tavırların uçuk-kaçık
Ev bir otel; bir gir, bir çık
Giyim-kuşam açık-saçık
Nefsâniyet hoşundasın!
Karanlık bir gidişin var
Konuşun, hem inişin var
Ne de yerler bilişin var!
Mekânların loşundasın!
Yer-içersin hiç sormadan,
Atıştırırsın durmadan,
Net bir sonuca varmadan,
Şüpheliler aşındasın!...
Kör nefsinin emrindesin
Haramların seyrindesin
Kurulmuşsun, bağrındasın
Çıkarların leşindesin!...
Ne bu aç gözlük, oburluk?
Hakk’a isyân, kula kulluk?
Tanımıyorsun hak-hukuk;
Yüreklerin taşındasın!...
Üzersin anne-babayı
Hem teyzeyi, hem halayı
Bitmez şeytanla balayı!
Nelerin uğraşındasın?...
Adâletten ayrılırsın
Sadâkâtten sıyrılırsın
Meçhûllere savrulursun
Yolların hep şaşındasın!...
İstikâmetin nereye?
Çık tepeye, in dereye!
Girmez misin cendereye?
Sâhi, sen kaç yaşındasın?
Ağır gelir ibâdetler!
Nerden çıktı şu âdetler?
Bir gün kopar kıyâmetler!
Uçurumun kaşındasın!...
Aldırmıyorsun ezana
İnanmaz mısın mîzâna?
Düşmüşsün kaynar kazana;
Hem kâlbinde, döşündesin!
Nûrânî’ye selâmın yok!
Bir düzgünce kelâmın yok!
Fâtiha’n, Elif-Lâm’ın yok;
Ömürlerin boşundasın!...
Şâir daha ne söylesin?!
Bilmez niye hep böylesin?
Mevlâ hidâyet eylesin;
Cehâlet ateşindesin…
Sanma önünde vaktin çok;
Yaprak düşer, zamânı yok!
Rüzgâr söker, demez dal-kök
Her an, faslın kışındasın!...
Bu işler hiç şaka değil
Dîne-diyânete eğil
Artık gerçeğe ver meyil
Sonsuzluk akışındasın!
Orada yerin ne olsun?
Bilmeyiz, ne istiyorsun?
Mutlakâ, “CENNET!” diyorsun;
CEHENNEM nakışındasın!?
Artık kurtul bu tezattan
İnmelisin tez bu attan
Vaz geç, vaz geç şu inattan!
Yolların yokuşundasın!
Hakkı tanı, kendine gel
Gelmeden kapına ecel
Seni de kapar karayel
Sanma konu dışındasın!...
Sözlerin son kararıyla;
Ömrü yıkma, zararıyla!
Görüldüğü kadarıyla,
“İyi düşün-taşın”dasın!...
Sözler sana, hemi bana
Hemi şuna, hemi buna
Kâlpten gelir yana yana
Çün kardeş kumaşındasın…
Eh, hadi artık eyvallâh
Yardım etsin bize Allâh
Yoksa, hepimize eyvâh!
Zîrâ, işin yaşındasın!?...
(16 Eylül 2015, Hür Fikir Gazetesi)
DAĞ-NÂME
Karlı-kışlı diyârlara Çekiyor bu dağlar beni Doruklardan bulut bulut Döküyor bu dağlar beni
Düşürüyor sevdâlara Aşırıyor leylâlara Pişiriyor kavgâlara Yakıyor bu dağlar beni
Kuşları var, öter başka Kanatlanır, uçar aşka Hep bağrında olsam keşke Okuyor bu dağlar beni
Yaz olur mis kokusu var Binbir çiçek dokusu var Kanatlanmak duygusu var Söküyor bu dağlar beni
Mehtap yakışır göğüne Gidenler gider düğüne Sevdâlılar kütüğüne Çakıyor bu dağlar beni
Hele düş gör hülyâsına Dalarsın aşk deryâsına Sevgilinin yakasına Takıyor bu dağlar beni
Sürüyor yolun sarpına Hem şarkına, hem garbına En büyük cihan harbine Sokuyor bu dağlar beni
Kopup gelen çığım sanki Boz-bulanık çağım, sanki Kesildi ayağım sanki Akıyor bu dağlar beni!
Aşması zor geçitler var Kayması çok gel-gitler var Hep ümitler, ümitler var Büküyor bu dağlar beni!
Âşıkların sazı nerde? Güzellerin nazı nerde? Gitmişlerin hızı nerde? Tıkıyor bu dağlar beni!
Yûnusun has gülleriyle Mevlânâ’nın “gel”leriyle Bektaş Velî telleriyle Yıkıyor bu dağlar beni!
Çoban çeşmelerden içsem Çamlıbeller, bükler geçsem! Ozanlarca sayfa açsam Bakıyor bu dağlar beni!
Yücelere uğrar yolu Gözleri var yaşla dolu Diye diye Anadolu Dokuyor bu dağlar beni!
ABLA-NÂME!
Gençlerle yarışan hanım ablalar Pudrayla, makyajla nereye kadar? Her gün yeni yeni kozmetiklerle Hep sahte imajla nereye kadar?
Sokakları kütür kütür aşarak Vücutları giysilerden taşarak Seller gibi akıp, yelce koşarak Bu hızlı metrajla nereye kadar?
Evde durmasın da dolaşsın, gezsin Sınırsız harcasın, paralar ezsin Açılsın, saçılsın; duygular azsın Meyille, markajla nereye kadar?
Dostları-ahbâbı, hep bîgâneler Hayât bir çerezdir, yenir nâneler Haylarla, huylarla geçer seneler! Bu yanlış kadrajla nereye kadar?
Gözler ya vitrinde, ya fildir fildir Teşhirde son moda nerde var bildir Hesapsız yaşamak hesap değildir Çarşıyla, pasajla nereye kadar?
Muhabbetin çoğu yabancılarla İşi yok; ne acı, ne sancılarla Kankadır, yalancı-dolancılarla Kurla, röportajla nereye kadar?
Ümîdi şanslarda; bir toto model Oscar’a yürüyor; bir foto-model Aklı dışarlarda, ev sanki otel Süper zırh garajla nereye kadar?
Yarışta giderler gençten ilerde Kızlar, toruncuklar kalır geride Kondisyon mükemmel, her şey süper de Ruhsuz averajla nereye kadar?
İçerde olanlar, vuruyor dışa Yangınlar büyüktür aldırmaz kışa Bu gidişler sanki, hepten yanışa Som trikotajla nereye kadar?
Önce kendilerin kandırıyorlar Sonra yanıyorlar, yandırıyorlar Çarkı, hep aleyhe döndürüyorlar Böyle patinajla nereye kadar?
Çeliktir-çocuktur; değil umurda Mesuliyet hissi yok ki hamurda! Debelenip durur kumda-çamurda Dalgayla, plâjla nereye kadar?
Analık-babalık gelmez işine Bir ya da ikidir; üçü, beşi ne? Düştüğü meçhûldür neyin peşine; Hep dalış, sondajla nereye kadar?
Var mı, bir hayırlı evlât niyeti? Ona hizmet ile Hakk’a hizmeti Düşünmek mileti, hem memleketi Temelsiz barajla nereye kadar?
Bir tânesi millet-memleket için Birisi, perişan şu ümmet için Sonsuzluğa varan saadet için İlaçla, masajla nereye kadar?
Okuduğu bir şey varsa da roman Pembe dizi, mâvi gezi, vay aman! Uyduruk konular, sahte kahraman Maskeyle, dublajla nereye kadar?
Yaşar fikr’etmeden hiç eni-konu Nereye varacak bu işin sonu? Var mı bağlandığı bir sevap fonu? Sanal puantajla nereye kadar?
Ne olur yaşına göre davransa Evinde vakarla durup, aransa Hürmetle anılsa, şevkle uğransa Anlık avantajla nereye kadar?
Bunun örtülüsü, açığı yoktur Akıllar havada, kaçığı çoktur Va’za, nasihata karınlar toktur Azıksız bagajla nereye kadar
Gûyâ hiçbir şeyi takmaz kafaya Değer miymiş dünyâ derde, cefâya? Gelmişler yalnızca zevk ü sefâya Lâkin boş degajla nereye kadar?
Bu yapılanlar hep, bir savruluştur Bile bile ateş, bir kavruluştur Çâresi düşünmek ve doğruluştur Çulla, kamuflajla nereye kadar?
Gün gelip bir yere toslamazlar mı? Gövdeyi toprağa yaslamazlar mı? Beyaz kefenlerle süslemezler mi? Renk renk mizanpajla nereye kadar?
Elbet müstesnâlar müstesnâ dâim Gündüzü oruçlu, gecesi kâim Bilirler, yürürler; sırat müstakîm Hep sapan virajla nereye kadar?
Yaptığımız itfâiye bir nevî Kardeşin kardeşi îkaz görevi Yalayıp yutmasın yangın her evi Çelik nikelajla nereye kadar?
Bir kusûrum varsa, özür dilerim Elbet şefaat hak ve Allâh kerim Yine de , akıllı olalım derim Magazin tirajla nereye kadar?
Nûrânî, örnek ol, uzatma lâfı Bu noktaya geliş herkesin gafı Söylerken bırakma elden insafı Sırf, kuru mesajla nereye kadar?
1 Aralık 2014- Akit
ACEP-NÂME
Neyin var acabâ senin; Açlar için aşın yoksa? Yetimler, öksüzler için Bir damlacık yaşın yoksa! Âfete uğrayanlara Yetişecek peşin yoksa Evsiz-barksızlara mahsus Kıyın-köşen, boşun yoksa! Mazlumların dertleriyle Zonklayan bir başın yoksa! Hayâtın ne anlamı var? Hak için telâşın yoksa!... Varlığını bezeyecek Edepten kumaşın yoksa İyilikler binâsında, Bir ufacık taşın yoksa! Ahlâk, fazîlet yolunda Zerrece uğraşın yoksa! Hakkın hatırı diyerek Verecek savaşın yoksa! Millet-memleket aşkına Bir hayâlin, düşün yoksa! Hakîkât için yaşanmış Mâcerân, cümbüşün yoksa! Şerre, zulme karşı siper Gerilmiş bir döşün yoksa! Bâtıla sert, dik duruşun, Hak’ta bükülüşün yoksa! Dünyâdaki kardeşlere Sıcacık gülüşün yoksa! Görünce, renge bakmadan Kâlpten süzülüşün yoksa! Haftada bir, bir tek Cuma Günlerde de beşin yoksa Neye yarar onca renkler Önünde güneşin yoksa! Ebediyet yollarında Yardımcın yok, eşin yoksa! Örnek alıp da ardından Gelecek bir peşin yoksa!… İstikâmette mihmandar Bir özge yoldaşın yoksa! Selâmete taşıyacak Samîmî sırdaşın yoksa! Uğrunda can vereceğin Bir dâvâ kardeşin yoksa! Demek boşa çiğniyorsun Toprakla güreşin yoksa!... Nûrânî der; iyi, güzel Sanma dünyâ sana özel Hiç işe yaramaz gazel; Küfürle dalaşın yoksa! Mücâdele edeceksin Hep Hak üzre gideceksin Gayrısını n’edeceksin? Defterde bağdaşın yoksa! Peygâmber, Sahâbe örnek Elbet yolda rehber gerek Zorlanırsın tek giderek Numûne çağdaşın yoksa! Artık sözü bağlamalı! Aşk yolunda çağlamalı, En iyisi ağlamalı; Böyle şeyle işin yoksa! Yâ Rabb, koru sensizlikten; Edepsizlik, densizlikten, Hem dertsizlik, gamsızlıktan Yakar hep ateşin; yoksa! Mayıs-2014
KAVŞAK-NÂME
Cehâlet hâkim olunca Kuşaklardan ne beklenir? Beyler kendini salınca Uşaklardan ne beklenir? Zaman geçmiş hoplamakla Her şey kopmuş, zıplamakla Kalmayanı toplamakla! Başaklardan ne beklenir? Kavramlar hep karışınca Yozlaşmada yarışınca Irzla zinâ barışınca! Döşeklerden ne beklenir? Açık-saçık, her şey âyan Yok hiç rahatsızlık duyan Sabıya da yok acıyan! Beşiklerden ne beklenir? Mâsumların nedir suçu? Hepsi kuzu; kuçu kuçu! Cennete değilse ucu Işıklardan ne beklenir? Yetişir hep böyle böyle Dünyâya râm, nefse köle Gelmiş emre hazır hâle Gevşeklerden ne beklenir? Gelen gelir ihânetle Ünsiyet yok emânetle Kavgalıdır mârifetle Eşiklerden ne beklenir? Olur ellere bir maşa Kullanılır paşa paşa! Ciddiyet yok, hep karmaşa Yavşaklardan ne beklenir? Yol çok, yönü belli değil Herkeste her yana meyil Kişiler olmazsa ehil Kavşaklardan ne beklenir? Olmayınca bir icraat? Ziyândır geçen her saat! İster ellerini çatlat; Şak-şaklardan ne beklenir? “Amaan sende!” denilince Her kayığa binilince Ne gelirse yenilince Kaşıklardan ne beklenir? Hayâ, iffet; neyin nesi? “Vefâ” dediğin neresi? Yoktur nâmus meselesi Âşıklardan ne beklenir? Nûrânî de âşık gûyâ Kendince görür bol rûyâ Kurulan olursa hülyâ Keşiklerden ne beklenir?
SOFRA-NÂME
Anneler-babalar para peşinde Çocuklar evlerde gurbet yaşıyor Bu nasıl âile, bu nasıl toplum? Herkes muhabbete hasret yaşıyor! Evin işlerini iş saymıyorlar Yuvada pişeni aş saymıyorlar Birlikte sofrayı düş saymıyorlar Masalsız çocuklar cinnet yaşıyor! Anne ele hizmet, baba yabana Aldığını harcar süse, palana Gerçekler tükenir, gider yalana Akıllar-fikirler hayret yaşıyor! Gerekli olana söz yoktur elbet El oğullarına zor olur minnet Hayat kolay değil, meşakkât, mihnet Evsiz-ekmeksizler zillet yaşıyor! Muhtaç olmayasın muhannetlere Bulaşmayasın hiç mel’anetlere Dûçâr olmayasın rezâletlere Düşenler mutlak, nedâmet yaşıyor!... Çalışmalı evi ihmâl etmeden Ölçüsüz bir hayat hayâl etmeden Yanlışa, hatâya doğru gitmeden Haddi geçenler felâket yaşıyor!... Yolunca yürüyen, boyunca giden İşlerini bilen, iktisat eden İsrafsız haramsız bir hayat güden Bir maaşla bin kerâmet yaşıyor… Haydan gelenler hep gidermiş huya Haramlar benziyor çok tuzlu suya İçtikçe susatır yakar kuşkuya Yürekler daralıp, hiddet yaşıyor… Kazancın tertemiz, helâlden olsun Lokmandan yiyenler bereket bulsun Çoluğun-çocuğun yüzleri gülsün Haramzâdeler hep şiddet yaşıyor… Rızıkta çalışmak esastır elbet Dünyâda her şeyler Hak’tan emânet Hayât dediğimiz mânevî nöbet Hâlis niyetliler cennet yaşıyor…
Nûrânî hep, hayrı eder tavsiye Hakk'ın nîmetleri sonsuz hediye Nûru varken, nâra gitmek ne diye? Rabbini bilenler rahmet yaşıyor...
TIĞ-NÂME
Gençsin, hem güzelsin; sağlık yerinde Yürüyüş endamlı, seyir tığ gibi! Giyimler-kuşamlar, kılık yerinde İlgi-alâka çok; dostlar çığ gibi! Akşamlar-sabahlar turda, kayıpta Ya günâh-gildesin, ya da ayıpta Kendini bilmezsen Hakkı sayıp ta Bâtıl teslim alır, sarar ağ gibi! Gülüşler, haykırışlar; her gün karnaval! Hesaplar-kitaplar, sanki martaval! Piyasada kurttur, pazarda çakal; Lâkin dolaşırlar ağa, beğ gibi! Tomarlarla içer çayı-çorbayı Kendine yedirmez fiyat sormayı Kör nefsi uğruna açar torbayı; Ateşi tepeden tüter buğ gibi! Nasıl buluyorlar bunca parayı? Çoğunluk seçerken akla-karayı Hattâ saramazken âcil yarayı; Çarkında hak-hukuk, insaf yoğ gibi! “Hep varıp gidilir pastânelere Arada uğransa hastânelere Yoğun bakımdaki mestânelere” Diyenlere, bakıyorlar koğ gibi! Bir ibret deryâsı yatar kabirler Ne tavırlar değişir, ne de tâbirler Ne sağîr umurda, ne de kebîrler Günahlar birikmiş sıra dağ gibi! Her şeyimiz var da şuur âvâre Adımlar özgür, varır her yere Bu yol bana uymaz, demez bir kere Fazîlet duygusu neden sığ gibi? Kahkaha ayyukta, cennet garanti! İşrette aratmaz Hans’ı Hırant’ı Şeytanlıkta hızlı, bilmez rolânti Bayrak açmış, taşımakta tuğ gibi! Lâkin günü gelir toslar bir yere Uzaylara bile gitse kaç kere İsterse, taptığı dünyâyı vere Altından kayıp da gider yağ gibi! Nûrânî, bilmem ki niye böylesin? Şu dilin biraz da tatlı söylesin! Bırak da burada gönül eğlesin; Ötede nasîbi zâten yoğ gibi! Hiç olur mu aziz dostum öyle şey? Gerçeği yalnızca Allâh bilir, hey! Dikkâtli olmalı hem hanım, hem bey! Bu çağ, akıl-fikir, ermez çağ gibi! Uyan olsa, olmasa da, sen uyar; Nasîbi olanlar gün olur duyar… Lâkin, önce nefse gerekir ayar; Öğütler tad vermez, kalır çiğ gibi! Mârufu emr’eyle, nehy’et münkeri Zakkum da bilinsin, yerken şekeri Yürük istersen, sıratta tekeri Dilsiz şeytanlıktan, îkaz yeğ gibi! Şâir, yetsin gayri bu kadar çene Lâf salatasıyla bıktırma gene Öncelikle örnek olmayı dene Asılsız söz, ayaklara bağ gibi!...
İKLİM-NÂME
İklimlerden iklimlere yürümüş Alnı ak, başı dik kullar nerede? Coğrafyamı baştanbaşa bürümüş Çiçekler nerede, güller nerede ? Herkese kol kanat germiş çınarlar Yolcuları susuz koymaz pınarlar Mâverâ kuşları gelir konarlar Ağaçlar kurumuş, dallar nerede? Hakîkâte hizmet tüm gâyeleri İnançtı, azimdi sermâyeleri Dünyâdan bekledik yok pâyeleri Ehl-i hâller, ehl-i diller nerede? Dereler, ırmaklar şevkle akarmış Atlaslar, Toroslar türkü yakarmış Balkanlar, Kafkaslar halay çekermiş Tuna’lar nerede, Nil’ler nerede? Denizler elele oynaşmadaymış Kıtalar kolkola kaynaşmadaymış Hayırlar gayrette, şer şaşmadaymış Adımlar nerede, kollar nerede? Hüzünler, sevinçler bir yaşanırmış Özleşen gönüller, aşk kuşanırmış Kâlplerden kâlplere yol döşenirmiş Sazlarımız kırık, teller nerede? Dağ donar, çöllerin olmaz haberi Çöl yanar, dağların nerde seferi? Kavuruyor bu hasretlik her yeri Kervanlar basılmış, yollar nerede? Mecnûn’um Leylâ’yı arar giderim Târihe coğrafya sorar giderim Hayâlle gerçeği karar giderim Savrulmuştur göğe, küller nerede? Yakınım, ırağım aynı kederde Her birisi düşmüş ayrı bir derde Kalmamış o eski günler ezberde Gönüller diyârı iller nerede? Ne edep var; ne terbiye, ne hayâ İlimde, fende de kalmışız yaya Düşmana pamuğuz, dostlara kaya Kovanlar dağılmış, ballar nerede? Ecdâda hakâret olmaz mı moda?! Çağdaşlık adına, uygarlık ya da! Saraylar gitti de kaldı bir oda Ufuklar ötesi tüller nerede? Yol bozuldu, ayrı düştük biz bize Bakmaz olduk, gelsek bile göz göze Sebebi ne, nasıl çıktı bu nizâ? Üç kıta arası göller nerede? Beş-on yıl içinde bin yıllık devlet Nasıl uçup gitti; hayret ki hayret?! Hem, dıştan daha çok, içerden gayret Yüz nerde, renk nerde; allar nerede? Nûrânîyim, feryâdımı salarım Düşündükçe hayâllere dalarım Ne yapsam, neylesem; bitmez efkârım Küheylânlar gitmiş, nallar nerede?
09.02.1995
UMUT-NÂME
Demesek noksanlık olacak gibi; Yeni yıllarımız mübârek olsun! Deyince yerini bulacak gibi; Yeni yıllarımız mübârek olsun! Günler öncesinden başlar hazırlık Keseler açılır, olmaz pazarlık Bu işin içinde yoksa muzırlık Yeni yıllarımız mübârek olsun! Ama her şeyin bir karakteri var Millet târihinde özel yeri var Nesiller üzeri eserleri var Yeni yıllarımız mübârek olsun! Neler yapılıyor hele bakınız Çamlar deviriniz, mumlar yakınız! Nereye uzağız, kime yakınız? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Bir defâ; hem zaman, imkân israfı Millî servettendir bütün masrafı Küresel devlerin olmaz insafı Yeni yıllarımız mübârek olsun! Alışın-verişin nedir, nelerdir? Tura gittiğin hangi ülkelerdir? Bir düşün bu hava nerden eserdir? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Kutlamalar başlar iyi niyetle! Eğlenceler sökün eder hasretle! Sürer gider, günâhlara 'evet'le! Yeni yıllarımız mübârek olsun! Sarhoşluk-berduşluk, bir çılgınlıktır! Aziz millet, bunlara mı lâyıktır? Manzara acâyip, kılık kılıktır! Yeni yıllarımız mübârek olsun! Dışardan empoze, özümüzde yok Bunca yürümüşüz, izimizde yok Sazımızda yoktur, sözümüzde yok Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Kutlaya kutlana gider ağırlık Gerçeklere karşı artar sağırlık Ne yapılır bu gecede, uğurluk? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Geçip gidenlerin yoktur hesâbı Haram-helâl demez yersin kebabı Böyle söylemenin varsa sevâbı Yeni yıllarımız mübârek olsun! Nûrânî şâirdir, bir nevî ozan Birazcık okuyan, biraz da yazan Ne oyun oynayan, ne oyun bozan Yeni yıllarımız mübârek olsun! Mısrâlar arası var tavsiyesi Noel rüzgârı mı; bu neyin nesi? Virüs kapanların çürür bünyesi Yeni yıllarımız mübârek olsun! Ömür eskiyorken seni bulan ne? Böyle dağıtıp da, derde salan ne? Bunca şamatadan elde kalan ne? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Öyle ya, nedir bu kutladığımız? Ömrü ateşleyip atladığımız? Hoplayıp-zıplayıp çatladığımız? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Sahteleri bırak, cevherine dön Sılana, evine, eserine dön Örfe-âdetlere, değerine dön Yeni yıllarımız mübârek olsun! AK adaylar alamadı murâdı Yeni yıla kaldı reisin adı İşler uzadıkça kaçıyor tadı Yeni yıllarımız mübârek olsun! Aday adayları bu yıl da mutlu! Çünkü gelenden hepsi de(!) umutlu; Meçhûl hangisine olacak kutlu! Yeni yıllarımız mübârek olsun! Eskiye vedâ, yeniye merhabâ İnşâllâh niceye ereriz daha Aşkla, şevkle yalvaralım Allâh’a Yeni yıllarımız mübârek olsun!
TÖRE-NÂME Tâlihini yâver gitsin istersen Her gördüğün göle dalmamalısın! Nîmet sanıp kendin fasulye gibi Sunulan her kaba dolmamalısın! Deseler de dâim, “hadi, sensin sen!” Verilen her gaza gelmemelisin! Sonra toslayınca ummadık yere; Kimseye kabahat bulmamalısın! Sıkı tutmalısın işi elinde Yuları boşluğa salmamalısın! Adaletle karar verdikten sonra Çileden, zorluktan yılmamalısın! Değer vermelisin fikre, görüşe Hep kendi telinden çalmamalısın! Açık olmalısın gayrı seslere Îkazdan rahatsız olmamalısın! İstişâre nedir; şûrâ, meşveret? Mezhep ne, kıyas ne; icmâ-i ümmet? İstersen işinde tat-tuz, bereket Kimseyi hafife almamalısın! “Ne oldum delisi, sonradan görme!” Olup da başına çoraplar örme Gereksiz işleri debertip dörme Çabucak sararıp solmamalısın! Zannetme ki, asan-kesen kazanır Bir fırtına olup esen kazanır Hâlbuki sabreden, susan kazanır Yanlışta çakılı kalmamalısın! Güvenip de çula, zulmetme kula Her ne kadar arkan olsa da bile Kulun sâhibi var, unutma hele En sonunda saç-baş yolmamalısın! Haddini-hudûdunu bil, her yerde Gönülle, intizarla bulaşma derde Yoktur Yaratan’la arada perde Mazlûmun âhını almamalısın! İyi seçmelisin dostu, yârânı Geleni-gideni; yana varanı Sonra oynatırlar sana horanı Her gülen yüzlere gülmemelisin! Makamlar-mevkîler şölendir, sazdır Vur patla, çal oyna; eğlence, cazdır Lâkin, münker-nekir ne sorsa azdır! Uyaran sözleri bölmemelisin! Şâir, nedir bu, doğrucu Davutluk? Câiz mi, diplomasız avukatlık? Hep böyle gider de olursan şutluk Sonucu gayrıdan bilmemelisin! Haklısın, doğruyu söylemek gerek Lâkin, yedirmezler bal ile börek Dersen ki, müsâde etmiyor yürek; Hayıfla kahırdan ölmemelisin!... Râzı ol kadere, mukadderâta Her insanda vardır, olacak hatâ Belki yanıltırlar seni bu defâ; Kendini karamsar kılmamalısın! Hak tanı herkese, bil ki hikmet var Bakışın çaprazdır, belki ufkun dar Netîcede herkes bizim çocuklar Sözle bile olsa çelmemelisin!... Nûrânî’nin derdi insaf, liyâkat Niyette içtenlik, özde sadâkât Dâvâyı unutmak büyük hamâkât Defterden hesâb’ı silmemelisin! Cürümsüz sözlerden kimse ürkmesin Saçıp-savuruyor, bir meczup desin Hadi, yolu açık olsun herkesin Lâkin, töreleri delmemelisin!... AHMED DAVUDOĞLU
HAYIRLI OLSUN... - Müjdeler ülkeme, arza, dünyâya; Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Bahtların cemresi düşmüş Konya’ya Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Yeni Türkiye’ye yeni Başbakan; Tüm cihâna örnek, ülkeye bakan Onu teklif etti, yerine BAŞKAN; Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Kongrede seçildi, şeksiz, firesiz Tam isâbet; yeri sağlam, sırasız Durmak yoktur, Yola Devam; arasız Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Büyük Usta, Baş komutan ilerde Birlik-berâberlik rûhu her yerde Devâ olacaklar inşâllâh derde Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Bir ilim adamı; üstün akılca Hitabeti güzel, kitabı bolca Erbakan’dan sonra 2. Hoca Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Siyâsette uzman, hem de her dalda Gidecek halkının açtığı yolda Gözü yok mansıpta, parada-pulda Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Sempatik, bilgili, hem de vakarlı Düşmanıdır her ne varsa zararlı Çıtayı hep yükseltmeye kararlı Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Yorulmak nedir? Hiç, bilmez diyorlar; Üstüne çalışkan, olmaz diyorlar! Hedefi geriye kalmaz diyorlar, Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Adamış kendini yurda hizmete Her hâliyle lâyık hubba hürmete Nezih insan, ihtimâl yok töhmete Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Hayâtıyla, çizgisiyle, hep bizden Gidiyor milletin gittiği izden Tüm coğrafya sevmektedir bu yüzden Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Balkanlardan Kafkaslar’a, Yemen’e Yeni cemre düştü çayır-çemene Ümitliyiz, mahal yoktur gümâna Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Yeni sîmâ, yepyeni bir heyecan Yüzü barış, yüzü sevgi, yüzü can, Yeni dünyâ, yeni ülke, yeni kan Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Yekvücut gerektir onun şahsında Birlik kaçınılmaz dirlik bahsinde Siyâsete es geç gönül faslında Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun Nûrânî sizlere arz eyler merâm Böyle bir insanı sevmemek haram Özetin özeti; KÜÇÜK DEV ADAM Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun!... Hayâlde, ülküde bitmiyor kelâm; Millet-memlekete, cihâna selâm! Büyük Coğrafyaya, KÜÇÜK DEV ADAM; Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun!...
CADDE-NÂME
Bir tur der, çıkarsın yola
Şehrin caddelerinde…
Arada verirsin mola
Şehrin caddelerinde…
Çocuklarınla elele
Ya da dostlarla kolkola
Hadi uğrun açık ola
Şehrin caddelerinde…
Sağa-sola baka baka
Asa-kese, yaka-yıka
Karşımıza kimler çıka
Şehrin caddelerinde?..
Ahbap, arkadaş görürsün
Bir, Hak selâmı verirsin
Kâlpten gelirse, erirsin
Şehrin caddelerinde…
Bir-kaç dükkâna uğrarsın
Biraz muhabbet sararsın
Köyünden haber sorarsın
Şehrin caddelerinde…
İster bankta oturursun
Hem ıslanır, hem kurursun
Gezinmeden zor durursun
Şehrin caddelerinde…
Vitrinler hep sana bakar
Hadi al der, borca takar
Yol nerden nereye çıkar?
Şehrin caddelerinde…
Kim bilir, ne yaptığını
Nereden ne kaptığını
Nerelere saptığını
Şehrin caddelerinde…
Bakkal, market, kahvehâne
Sigara, alkol, meyhâne
“Kötü” bozuk; “şer” bahâne!
Şehrin caddelerinde…
İmam-Hatip’ten Köprü’ye
Vardık yürüye yürüye
Benziyoruz bir sürüye
Şehrin caddelerinde…
Pastahâne, Postahâne
Kalabalık çok şahâne
Dostluk güzel, yol bahâne
Şehrin caddelerinde…
Fidangör’den Fidangör’e
Akar bir sel, gider nere?
Ayıp kaçar; ahlâk, töre!
Şehrin caddelerinde…
Kafe, teras, internetler
Disco, kulüp; kim denetler?
Kimbilir ne mel’anetler!
Şehrin caddelerinde…
Bar, stad, ya da sinema
İçki, küfür, argo, kavga
Düşeni yakar bu sevda
Şehrin caddelerinde…
Çocuklar sokakta kayıp
Kayıp aramak ta ayıp!
Gitsen olmaz sövüp-sayıp
Şehrin caddelerinde…
Sâhil, kordon ayrı âlem
Manzaraya gelmez kalem
Şehit rûhlarında mâtem
Şehrin caddelerinde…
Banka, Finans, bankamatik
Her şey artık otomatik
İnsanlar bile mekanik
Şehrin caddelerinde…
Arabalar gürültülü
Köpekler var hırıltılı
Her ne varsa zırıltılı
Şehrin caddelerinde…
Belediyenin önü park
Şadırvanda edilir çark
Her gün böyle;her gün,yok fark
Şehrin caddelerinde…
Vara-yoğa yürünüyor
Sürüm sürüm sürünüyor
Dünyâ nasıl görünüyor
Şehrin caddelerinde?…
Güneş kapıları açmış
Milleti sokağa saçmış
Sanki herkes evden kaçmış
Şehrin caddelerinde…
Ada’dan Moda’ya yoğun
Sıkıştırır solun sağın
Zehir solursun üç öğün
Şehrin caddelerinde….
Cumâ’da bile dopdolu
Tenhâ göremezsin yolu
Kimler kimin, neyin kulu?
Şehrin caddelerinde…
Boztepe bakar yukardan
Manzara gönderir kardan
Söz açma edepten ardan
Şehrin caddelerinde…
Yer-yer câmi-cumâ, namaz
Kimi gider eder niyâz
Kimileri hiç uğramaz
Şehrin caddelerinde…
Elbet her şey nasîp işi
Mevsimin var yazı kışı
Kendini bilecek kişi
Şehrin caddelerinde…
Bol yapılmış, neyse gerek
Her taraf bal; pasta, börek
Yalnız câmilerim seyrek
Şehrin caddelerinde…
Şâhincili’den Orsan’a
Bir câmi var mı sorsana
Nice sorular var sana
Şehrin caddelerinde…
Şirinevler’den bu yana
Bir şehir var, bir baksana
Bir minâre göster bana
Şehrin caddelerinde…
Ezan kaç eve ulaşır?
Ya da kaç dükkân dolaşır?
Kimler, neyle haşir-neşir
Şehrin caddelerinde?...
Başkanlar hep çok gayretli
Anlı, şanlı, azametli
Hem Kuğu, hem Doğa kentli
Şehrin caddelerinde…
Meskûndur binlerce sâkin
Kentler birer ilçe, lâkin
Yapmamışlar câmi ilkin
Şehrin caddelerinde…
Sanıyorlar çok kârdayız
Bilmiyorlar zarardayız
Nîmetlerle nazardayız
Şehrin caddelerinde…
Gün gelir cadde sorulur
Mânâ ve madde sorulur
Sorumsuz nasıl durulur
Şehrin caddelerinde?..
İnsan olmak kolay değil
Hayât sâde halay değil
Seçilmek şinanay değil!
Şehrin caddelerinde…
Nûrânî, sözünden mes’ûl
Aslından, özünden mes’ûl
Kaşından, gözünden mes’ûl
Şehrin caddelerinde…
ORDU HAYAT GAZETESİ
24.01.2008
|
|
VAY-NÂME
Makam için, mevkî için dostluğu
Ateşe verip de yakanlara vay!
Kurularak, kardeş kanı üstüne
Zafer madalyası takanlara vay!
Büyük-küçük, sevgi-saygı demeden
Hatır-gönül, kuşku-kaygı demeden
Dîn-diyânet, dâvâ, duygu demeden
Güven binâsını yıkanlara vay!
Bir iş yapmış gibi şımaranlara
Ziyâfet verip, dernek kuranlara
Halkın parasıyla kuduranlara
Ağza yetim hakkı tıkanlara vay!
Menfaat olunca ölçü şaşıyor
Hak-hukuk diyen de haddi aşıyor
Lâkin herkes, ölene dek yaşıyor!
Zâlimlere arka çıkanlara vay!
Yaşayanlar; kulaksızca, gözsüzce
Hükm’edenler asâletsiz, özsüzce
Aldırmadan yaptığına, yüzsüzce
Dağ-taş, köşe-bucak sekenlere vay!
Kan deyip, can deyip taraf tutanlar
Kâlbi hep “yanlar”dan yana atanlar!
Sonra utanmadan tafra satanlar;
Emânete kurşun sıkanlara vay!
Mârifetmiş gibi pişkincesine
Havalı-cıvalı, şişkincesine
Geçtiği yollara, düşküncesine
Fitne-fücur-fesat ekenlere vay!
Bir fânîyim; sonum ölüm demeden
Hak için haklıya gülümsemeden
Halkın hatırını önemsemeden
Nefret heykelleri dikenlere vay!
Ununu elemiş, asmaz eleği
Gezip-dolaştığı avcı yeleği
Davulu yanında, hem dümbeleği
Hırslı sofralara çökenlere vay!
Şâir, muhâlefet gider hoşuna
Yazarsın, söylersin; hepsi boşuna
El yaman, bey karıştırmaz işine
Doğrucu Davut’luk çekenlere vay!
Dilsiz şeytan olmak istemeyenler
Kaleme sarılıp, dile gelenler
Kaç köyden kovulur; bilir bilenler!
Haksızlığa boyun bükenlere vay!
Nûrânî, yazması-çizmesi kolay
Kaç zulmü önledin, hadi bana say!
Bir örnek bile yok; gerisi nanay!
Yapılmadık dili dökenlere vay! |
|
HAVA-NÂME
Niye havalanırsın böyle be kardeş?
Her ne ki şişirilir, iner demişler!
Harcın olmayan yere ne git, ne yerleş;
Yüce Mevlâ herkesi dener demişler!..
Kimisini para-pul, kimini mevkî
Kimisini uçurur şehvetin zevki
Kimisini sapıtır arkadaş sevki
En son şeytan çarpmışa döner demişler!..
Yakışık ve güzellik başlara belâ
Günâhlara sevk eder, kılar müptelâ!
Veren Rabbi düşünmez; şükr’etmez hâlâ;
Başıboşluk değildir, hüner demişler…
Şu üç günlük dünyâya aldanmak niye?
Hırslara, tamahlara dadanmak niye?
Menfaat için beşe katlanmak niye?
Bükülen büküldükçe siner demişler…
Yakın durdun, alâka gördün, kabardın
Yukardan yüz buldukça göklere vardın
Dost-düşman bilmez oldun, hepten şımardın
Çalım atana vebâl biner demişler!..
Kapılırsa bir kişi şâna şöhrete
Nasihat dinlemez ki, kim ne öğrete?
Ne lâf yetişir artık, ne söz hazrete
Gururluyu egosu yener demişler!...
Gayrı ne hatır-gönül, ne engel tanır
Ne yaptığı, ne yıktığından utanır!
Bu devrânı hep böyle dönecek sanır
Görmeyene neylesin fener demişler!...
Dostluktan, kardeşlikten demler vurulur
Sonra kuyu kazılır, tuzak kurulur
Burda her şey, güçlüden yana yorulur
Her ne ki uçar, mutlak konar demişler!..
Kibir, nefis, zorbalık; güç, kalabalık
Hak-hukuk tanımak yok; metod kabalık!
Arkası olan, kral; makam dükalık
Lâkin, yakanlar bir gün yanar demişler!..
Yapılanı anlamak hiç mümkün değil
Dünyâ senin ne malın, ne mülkün değil
Her şeye dalma; hep senin yükün değil
Halk seni zâlim diye anar demişler!..
Hak neden gasp edilir, yerini bulmaz?
Zâlimler şahlanır da, hızı tutulmaz
Bu dünyâda mağdurlar hiç eksik olmaz
Göz yaşları mahşerde diner demişler…
Elbette Hakk’ın zulme olmaz rızâsı
Çabucak gelir zâlimlerin cezâsı
Âh yükselince hükmün olmaz kazâsı
Kandilleri ânında söner demişler…
Kur’ân der ki; “İnsan, zalûmen cehûlâ!”
Ne çok okusa, gitse de bin okula
Göz kırpmadan öldürür, acımaz kula
Görenlerin kanları donar demişler!
Nûrânî, nedir böyle bu dövüş-kavga?
Tâ ilk çağlardan beri, gülüyor karga!
“Kâbil” mârifetiyle başladı dalga
Bu yaralar hep böyle kanar demişler!.. |
|
DEYİŞ-NÂME
Kırma hiç kimsenin kâlbini kardeş
Bir kiprit bir orman yakar demişler
Her neyimiz varsa emânet bize
Hesabı önüne çıkar demişler
Anneye-babaya, büyüğe saygı
Yaşama başıboş taşı hep kaygı
Hasetlik, fesatlık yakışmaz duygu
Dar pabuç ayağı sıkar demişler
Gençliğe güvenip çıkma çığırdan
Namazı-niyâzı alma ağırdan
Olma Hakk’a karşı körden, sağırdan
Her doğan ölüme bakar demişler
Hayâdan, edepten olsun nasîbin
“İnsanlık” bekliyor senden Sâhibin
Yolundan gitmeyen nurlu Habîbin
Cezâsını kendi çeker demişler!...
Kahramanlık sanma zulmü, zulmeti
İllâllâh ettirme halkı, milleti
İyi kullar için, Rabbin cenneti
Sırat zâlimleri döker demişler
Garibi hor görme, ezme fakîri
Kendinden aziz bil sen en hakîri
Bozu, bulanığı; safı, çakırı
Her su yatağına akar demişler
Değer mi şu dünyâ ezâ-cefâya
Kardeşler ağlarken zevk u sefâya
İltifat et-etme, kûy-i vefâya
Gider herkes teker teker demişler
Hak’dan ne geldiyse Hak yolda kullan
Kes gayrı ilgiyi kurtlan, çakallan!
Pişman ol, tevbe et; artık akıllan
Toz-duman nefesi tıkar demişler!
Zamânın-zemînin kıymetini bil
İnkârlar, isyânlar çıkar yol değil
Her nere gitsen, etsen de meyil
Yol en son Allâh’a çıkar demişler!
Dalıp gitme fazla mâl-i hülyâya
Yaşanan her şeyler misâl rüyâya
Ne şekilde bağlansan da dünyâya
Ecel bir diş gibi söker demişler!
Var mı hazırlığın hesap vermeye?
Yüzün var mı defterini görmeye?
Niyet yok mu iyilikler dermeye?
Kötüler kendini yakar demişler!
Ticâret, siyâset; etme bahâne
Vatan bir, millet bir; başka daha ne?
Birlik-berâberlik, dostluk şahâne
Düşmanlık boyunlar büker demişler
Bölüş varlığını kardeşlerinle
Küçüklerini sev, büyüğü dinle
Gülenlerle gül, ağlayanla inle
Paylaşmak bal-börek; şeker demişler
Lâkin, yakın eş-dost, arkadaşını
İyi seç ahretlik, can yoldaşını
Araştır huyunu, ruh kumaşını
Cinsler hep cinsine çeker demişler!
Şâir bey, dikkât et sen de her şeye
Ne bu şehre sığarsın, ne Eymür köye
Sen de sıkışırsın bir gün köşeye
Üzerine kasvet çöker demişler…
Nûrânî’yim dostlar derim ki size
Aslında gerek yok çok uzun söze
Anladım, öğrendim ben geze geze
Her canı, toprağı çeker demişler…
23.02.09
|
Toplam 22 Blog, 5 Sayfada Gösterilmektedir. |
[1] 2 3 4 5 » »»
|
|