Sevgi’yle, Medical Park’ta başladı
Ordu’dan Samsun’a zorlu yolculuk
Yalçın Bey korkuttu sevenlerini
Duyanlar şaşırdı, yürekler buruk…
Bünyede gelişen âni bir atak
Düşürdü Yalçın Bey’i döşek-yatak
Lâkin düşmedi değerler bir türlü;
Şu ilacı kullan, bu serumu tak!…
Ağrıydı, sızıydı, batın’dı derken
Safradaydı teşhis, Tıbb’a giderken
Yükselen değerler hızıyla vardı
30 Nîsan günü Samsun’a erken…
Sekiz-Dokuz günü geçti burada
Ziyâret akını çok bu arada
Bir ucu Ordu’da telefonların
Diğer yanı İstanbul, Ankara’da…
Almanya, Tayland, Londra, Fransa
Ulaşmak isteyenler bırakmaz şansa
Normâl konuşmalar hemen değişir
Torunla konuşan geçer transa!…
Burhan Çakmak Beyle elemanları
Tekkeşin, Yüksel’le, Kahramanları
Ne de çok seveni var imiş meğer
Durmuyor dostların telefonları…
Şu ilaçları ver, yok bunu dene
Derken, nakil geldi gündeme
İki günlük telefon trafiği
Antalya dedi, başka şey deme!..
Özel uçak ambulânsla bir saat
Karadeniz’den Akdeniz’e vuslat
Ümit neredeyse, koşu oraya
Hasta değilse, kimseye yok rahat!
Nitekim bizlere, işte Antalya
Olmuştu bu sene nöbet, vardiya
Gel-git hastâne, sandalye, servis
Mühim mi; kâlpler murâda erdi ya!”
Oradan da eve; bahçe, üst geçit
O cadde, bu sokak; şurası mescit
Yıllardan sonrası hep bir arada;
Muhabbetler renkli, huy çeşit çeşit!
Ahmed Bıyıklı Bey, çok emek verdi
Ev tuttu, noksanlar tamâma erdi
Lâkin bize daha henüz yoldayken;
Öğretmen evini adres gösterdi!...
Bizi karşıladı eşi Cânân’la
Muhabbet çok koyuldu zamanla
Bir akşam namaz kıldırdı câmide
İbrâhim Dayı, Nûri Kahraman’la…
Evde namaz zâten dâim cemaat
Onlarda lâf, Ak Parti’de icraat!
Gülerce’yle Gökçek çıktığı zaman
Ekrana çakılır, dayı o saat…
Antalya-Kepez, Kültür Mahallesi
Kaya Apartman, 10. dâiresi
Üç bin sekizyüz elli üç sokakta
Ordulu, konar-göçer kâfilesi…
Lâkin bura, bir Ahmedî tekkesi!
Nûri Kahraman’ın nerde takkesi?
Siz siz olun, n’eylerseniz neyleyin;
Dayıya horlamanın olmaz şakkası!
İbrâhim Şuaybî tekkenin şeyhi
Cânan’a bağlıdır sofranın seyri
Zamanlar geçiyor bir şekilde de;
Herkes sonuçlardan bekliyor hayrı!
Neyse, Ahmedî Bey, gün geldi gitti
Antalya’da öncü görevi bitti
Lâkin bir kez daha belli oldu ki;
Dağdan gelenler bağcıyı itti!?
Iğdır’lara uçtu bitince izni
Herkesi kapladı ayrılık hüznü
Hatırnaz, kahırlı teller kopunca
Bozulur muhabbet şi’rinin vezni!...
Bir de bakıldı ki, kalkınca sabah;
Bağdaki Bey çoktan edilmiş yâllâh!
Günler hayırlarla geçsin hele bir
Yine buluşuruz, sağlıkla inşâllâh…
İmam; İbrâhim Bey, Gırcoo müezzin
Bâzen Fâruk Hoca, çıkınca izin
Akıl hastânede, diller duâda;
Elbet, baş maddesi gündemimizin!
Fâruk Bey konuşkan, açınca bahis
Ağzına baktırıp, tutuyor hapis
Yetiştirmiş mâşâllâh kendini çok;
Dolu dolu fikir, hâkezâ bir his!
Canan aşçıbaşı; gerisi ırgat!
Antalya da olsa, bal gibi gurbet!
Gel gör ki kardeşlik, dostluk çok güzel;
“Gurbetlik berbatlık” lâfı muhabbet!...
Alaaddin Ağabey hep ayrı dünyâ
Kişi yaşadığınca görürmüş rüyâ
Nur peşinde gece-gündüz bir koşu
Gayrı gayret sâdece mâl-i hülyâ!...
Biz de aldık feyizlerden nasîbi
Derslere katıldık buralı gibi
Muhabbet, coşku; gençler cıvıl cıvıl
Hem de gezmiş olduk; geldik iyi ki!...
Ayrıca dolaştık dut peşlerinde
Aşı almak için poşet elinde
Turladık toprak, uygun dal için
Antalya’nın sıcak caddelerinde!…
En güzel hâtıra oldu sahnesi
Aklına estiği gün Türk Kahvesi
Ayrıldı hastaneden dönerken
Almış, geldi; kahve hem de cezvesi!
Ocak başına geçti de bir güzel
Kahveyi pişirdi bizlere özel!
İkram etti hem kendi elleriyle;
Nâzik dili, ganî gönülleriyle!...
Âdet oldu ondan sonra hep böyle
Yemek sonları, kurulup ta şöyle
Şimdi duâ edip beklemekteyiz;
Ya Rabb, buralarda da nasîp eyle!
Derken Reis Beyim tayin çıkardı
İstanbul’a, kimini Ordu’ya verdi
Reis reisdir hey, her nerde olsa;
Muvâfıktır; edemeyiz göz ardı!
“Mustafa Ordu’ya; işler-güçler var!
Fındık başlamadan verilsin ayar!”
Göz kapalı, zihin âleme açık;
Uyur gibi ama, her şeyi duyar!
Her gün öğle vakti Yalçın Bey’deyiz
O Reis Beyimiz, biz konseydeyiz
Tâlimât veriyor yattığı yerden;
Bizler de dikkâtle dinlemedeyiz!
Hastâne yolunda KEBAPÇIDAYIM
Sokağı geçmeden karşımızda BİM
Hepsi de çiçekli ağaçlar içre;
Zakkumlarla palmiyeler nitekim…
Evden hastâneye yirmi dakîka
Her taraf hep çiçek, yollar hârika
Zamanlar bir ayı geçiyor olmuş
Asansör merdiven; ine, hem çıka!
Sâdece biz değil; hem değerler de
Bir inip, çıkıyor; iyilik nerde?
Nakli düşündürür olmalı artık;
Hastanın son durumu, bu günlerde!
Hoca Yaşar Tuna, yurt içi dışı
Bir türlü bitmiyor gidiş-gelişi
İçimizde kuşku; hem Yalçın Bey’de
Hocam, n’olur artık; bitir şu işi!
Durumdur, bir türlü netleşmez heyhât;
Tedirginiz, bir yandan arıyor Ferhat!
Samsun’da her şeyi kotardığı gibi;
Buraya da, yağdırıyor tâlimât!...
Akabinde dönüp, direkt evdeyiz
Antalyada mıyız, yoksa nerdeyiz?
Hastâne, ziyâret; tam iki saat;
Gökle yer arası bir yerlerdeyiz!...
Bir sabah geldik ki oda değişmiş
Karşılar; Toroslar sıra dağıymış
Mayıs sonlarına geldiğimizde
Bizim de Ordu’ya dönme çağıymış!
Alaaddin Ağabey’le yolculuk
Bizler için oldu ayrı mutluluk
Pekişti dostluklar, akrabalıklar
Lâkin her ayrılık verir burukluk!
Asıl mutluluklar gelen günlerde
Karar noktasında artık son perde
1 Hazîran günü verildi karar;
Operasyon; 4 Hazîran Perşembe…
Fâruk Bey taburcu, Yalçın Bey iyi
10 Hazîran’ın bize haber verdiği
30 Hazîran’da o da taburcu
Sevinç sonsuz; ümitler burcu burcu!
Bir duyduk oradan geçmiş Muğla’ya
Çok şükürler olsun Yüce Mevlâ’ya
Oğlunun evinde; Fâruk Bey mutlu;
Ne demek ciğerpâre olmak babaya?!
Tekrar Antalya’ya, bu kez böbrekten
Taşlar oynamıştı kükreyerekten!
Fâtih Kahraman’la, Abdullâh Yüksel
Tevâfuk ettiler; talep yürekten!...
Hoca olmayınca taş işi kalmış
Bir duyduk, Yalçın Bey Ordu’ya gelmiş
Kullanarak bizzat arabasını
Çekmiş memlekete merhabasını…
Merhabâ ey kardeş, Aleyküm’Selâm;
Hoş geldin, merhabâ; ne güzel kelâm!
Ayırmasın bizi dinden, îmandan;
Hem sıhhat-âfiyetten, Yüce Mevlâm…
Nîsan sonlarından 4 ay sonrası
Yalçın Bey döndü Ağustos ortası
Bir ayı buldu hem, geleli ammâ
Mümkün olamadı karşılaşması!
Çok mühim değil, değil hiç mesele;
“Alo, kardeşşş!” diyebilsin de hele!
Sesi gelsin şöyle; uzak, derinden!
Koltuğa oturmuş, rahat yerinden!...
Varlığı yetmekte Yalçın Kardeşin
Yüzü göresiye, dostluğu peşin…
Arkadaşları, akrabası, çevresi;
Muhabbeti benzeridir güneşin!...
Rabbimiz hayırlı ömürler versin;
Daha nice güzel günler göstersin!
Yolunu bekleyen tüm sevdikleri
Berâberce sonsuz murâda ersin!...
Hey gidi Yalçın Bey selâmlar sana
Rahmet olsun ecdâdına, atana
Şükürler olsun bu günlerimize
Şükürler olsun cana can katana!...
Derdin ya; “4 aylık” bir “ağabey”im!
Dünyâya gelişte 4 ay öndeyim!...
Kimseler bilemez sonunu işin;
Sıralama nice; nasıl, nerdeyim?!
Herkeslerin encamları hayr’olsun
Geridekilere, örnek seyr’olsun…
Bize intikâl eden güzellikler,
Olduğundan fazlasıyla devr’olsun!
Eymürîyim ben de Karabeylerden
Yaylalara çıktık, geçip köylerden
İkimiz, at yükünün birer yanı;
Sandıklara bindik, indik heylerden!
O günlerden bu günlere savrulduk;
Bâzen üşür iken, bâzen kavrulduk!
Belimizi bükecek sıkıntılardan,
Allâh’ın lûtfuyla artık doğrulduk…
Yüce Rabbim göstermesin zorluğu
Ne dünyâda, ne ukbâda horluğu
Ap-açıkken çizgi, yol, istikâmet;
Yaşatmasın kimselere körlüğü!...
Yalçın Kardeş, artık vedâ zamânı
Sonsuzdadır ayrılığın yamanı!
Duâlara kat da, Hacdaki gibi;
Yanında bulasın hep Kahraman’ı!
Burada da buluşuruz gün gelir;
Belki yarından da yakın, kim bilir?!
Dünyâmızda zorken kısa ayrılık;
Âhirette firkât nasıl çekilir?!...
Nûrânî’yim kardeş, budur son sözüm;
Îmandır dertlere nihâî çözüm…
Evelâllâh, bunda hiç şüphemiz yok;
Sevenler kavuşur; ondadır gözüm!...
Alaaddin Ağabey geldi de anca
Kıvranmışsın tekrar batnın yanınca
Umut olmuş hastahâne yeniden
Hareketlenmiş taşlar, kırınca!...
Sormaya unuttum; aşlar ne oldu?
Avusturya cinsi dutu tuttu mu?
Birlik getirdik, ortaklığımız var!
Yoksa o da ben gibi unuttu mu?
Şükür, iyiymişsin, dönmüşsün eve;
Hâne halkı devam, aynı göreve!
Enfeksiyon meselesidir mâlum,
Gelmemeye râzıyız seve seve!...
Lâkin, şu mısrâlar yerini bulsun
Arife Günü’nde armağan olsun…
Sabır yılı yaşayan Kardeşimizin;
Dünyâsı, ukbâsı mutluluk dolsun!
Bir hâtıra oldu; Antalya Palas!
Kaderin cilvesi, varmış bize has
Cümle kederlerden, sıkıntılardan
Rabbimiz eylesin cümleyi halâs...
Mâzur gör, varsa sürç-i lisânım,
Ey kardeş sonuçta ben de insanım
Ciddî konuları dahî nükteyen,
Mâlum; vardır böyle, mizahçı yanım!